Suriye’de Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) öncülüğündeki muhaliflerin 8 Aralık 2024’te Şam’ı ele geçirmeleriyle 61 yıllık Baas rejimi sona ererken, Soğuk Savaş döneminden kalma bir diktatörlük yönetimi daha, tarih sahnesinden çekildi.
Muhaliflerin, Şam’a girmelerinin ardından, Hizbullah’ın Suriye’den çekildiğinin bildirilmesiyle, İran’ın Şiî Hilali’nin Direniş Ekseni unsurlarında bir gedik açıldığını söylemek mümkündür.
Ayrıca Taliban’ın 15 Ağustos 2021’de Kabil’i hızlı ele geçirmesine benzer şekilde, müttefiki Beşar Esad’ın âni düşüşü de İran için, Ortadoğu’da nüfuzunu zayıflatıyor. Böylece Tahran’ın, Levant’taki tek Arap devleti “müttefikinin kaybına uyum sağlamak için askerî, diplomatik, ekonomik ve siyasî yeni şartları kabullenmesi” gerekecektir.
Ancak İran dinî lideri Ali Hamaney’in, Uluslararası İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayeti’nin 30 Kasım 2024’te görüştüğü Suriye Dışişleri Bakanı Bassam el-Sabbagh’a “Suriye’nin (İran) Direniş Ekseni zincirinin ana halkası” olduğunu belirtmişti. Buna rağmen muhaliflerin Şam’ı ele geçirmesinden birkaç gün önce, “Tahran’ın, Suriye’deki personelini ve muhtelif unsurlarını tahliyesine başladığı” da biliniyor. Yine de İran için, Suriye’de “düşmanca bir hükümeti önlemek, bölgede belirli bir düzeyde stratejik etkisini koruyabilmek ve yakın gelecekte Suriye’nin şekillenecek yeni siyasî ortamında rol oynayabilmek” önem arz ediyor.
İran açısından, Suriye’nin hem Lübnan hem de Hizbullah’la doğrudan bağlantısının olmasından dolayı, İsrail’e karşı caydırıcılıkta, Direniş Ekseni’nin kalbi niteliğindeydi. Hatta Ali Hamaney, 10 Haziran 2024’te Beşar Esad’a “Direniş Ekseni’nin Suriye’nin korunması gereken ayrıcalıklı kimliği” olduğunu söylemişti. Bu nedenle Suriye’nin kaybı, sadece Direniş Ekseni’nde ciddî bir gedik açmakla kalmaz, aynı zamanda bölgede İran’ın hareket kabiliyeti zayıflatabilir. Şam’da muhaliflerin hâkimiyeti sağlamasıyla, Hizbullah’ın Suriye’den çekilmesi vb. gelişmeler, sahada İran vekil unsurlarından kaynaklı doğacak boşluğun diğer bölge aktörlerince doldurulmasıyla sonuçlanacağı kuvvetle muhtemeldir. Böylece İran’ın dikkatini farklı yerlerdeki çıkarlarını savunmaya yönelteceği düşünülmektedir.
İran 2019’dan beri “akaryakıta yapılan devlet sübvansiyonlarının kaldırılması, işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliği, yolsuzluk, siyasi hırs, rüşvet, iç göç, rejime olan güven sorunu gibi, toplumsal huzursuzluklar içerisinde”.
Bununla birlikte “İran’da 2022 sonu ve 2023 başlarında Mahsa Amini protestolarına yönelik güvenlik güçlerinin şiddetli baskılarıyla, rejime yönelik eleştirilerde arttı. Ayrıca Tahran’ın Suriye ve farklı bölgelerdeki ekonomik ve siyasî yatırımlarının mâliyeti de, yıllarca ABD ambargosu altındaki İran kamuoyunda yönetim karşıtı sesleri yükselten” nedenlerdendir.1
İran’ın 14 Nisan 2024’te İsrail’e SİHA (Silâhlı İnsansız Hava Araçları) ve muhtelif füzelerle saldırması üzerine, İran basınında, reformcularla muhazafakârlar arasında tartışma başlatmıştı. Reformcular “bölge jeopolitiğinin İran’ın lehine olmadığı ve bu krizin tek çözümünün diplomasi olduğu” şeklindeyken, muhazafakârlar ise “Tel-Aviv’in, Tahran’ın Batı Asya’da oluşturduğu yeni güç dengesini değiştirme ihtimalinin bulunmadığı” yönündeydi.2
Tüm bu gelişmeler, Tahran’ın iç sorunlarına odaklanmasını gerektirecek niteliktedir. Birde Tahran’ın Direniş Ekseni ve bölgesel stratejilerini yeniden değerlendirmesi kaçınılmazdır.
Diğer taraftan İran’ın Rusya ve Çin’le bölgesel ittifak/işbirliğini genişletmesi de ihtimaldir. Fakat “Esad’ın iktidarını sürdürmek için Rusya’ya yakın durduğu hatırlandığında, Tahran’ın gerçek manada bekleyebileceği Rus desteğinin düzeyini tekrar hesaplaması gerekir”. Esad’ın düşüşü, İran’ın bölgesel stratejisinde önemli gerilemeyken, değişen jeopolitik gerçeklikler karşısında etkisini sürdürme yeteneğinin sınırlarını çiziyor.
Dipnotlar:
1- Yeni Asya, 23.11.2019
2- Yeni Asya, 20.04.2024