Çocukluğum kaçtı, yaşamak kaçtı ellerimden.. ‘Allah’a ısmarladık’ bile demeden.. Çocukluğum.. Hep bana işmar eden, uçurtma şenliğine, körebe oyunlarına davet eden çocukluğum...
Mevsimler gelip geçiyor içimden.. Sonra berzahların ortaya girmesiyle neş’et eden firaklar... Alışkanlıklarımızdan, sevdiklerimizden, memleketimizden ayrılışlar. Alışıyor sonra insan. Unutamıyor ama alışıyor. ‘Ayrılık sevdaya dahil’ diyorlar ya hani!
Anladım ve kabullendim ve sanki bir zafer kazandım. Çocukluğum bir daha geri dönmeyecek, hep ben ona gideceğim. Kabullendim ve anladım ki... “İnsanın kendisine karşı kazandığı zafer, en zoruymuş.”
Çocuklukta yapıp ettikleri, insanın anahtarı imiş kilidinin. Geri dönüyorum hep, adını koyacağım zaman her halimin. Yönlendirmeden, eğip bükmeden yaşanıyor çünkü çocukluk. Adını koymak kalıyor sadece ileride. ‘Ben bunu yaşadım, adı buymuş’ diye.
Gölgeler..
Ben mutlu olmak için, hiç kendime ait bir dünya kurgulamıyordum. Bir varlık olarak; kriterleri olan değil, bağlılığı ve bağımlılığı olan bir çocuktum. Mutlu olmam annemin, babamın mutlu olmalarına bağlıydı. Onlar mutluysa mutlu olurdum.
“Bana bunu sağlarsanız, ben bunu yaparsam yahut bunu yapmadığımda mutluyum” gibi bir şartım yoktu. Dolayısıyla ben kendimi mutlu etmeyi hiç bilmedim.
Kendimi inşa edemedim, sevmeyi bilemediğim gibi. Onlar sevilmeye değersem seveceklerdi elbet. İnanıyordum. İyi derlerse iyi, kötü derlerse kötüydüm ben.. Yine de mutluymuşum demek o zaman.
Ümit..
Geç kalmışlığın ilacı yoktur! Göğsüme derin bir ağırlık çöküyor yine.
Gittikçe soğuduğumu fark ediyorum hayattan ve insanlardan.. ve bu bana, hiç de sevinç vermiyor. Çünkü özün soğuması çok tehlikeli... Yaşamayı bilmemişim, yaşamamışım gibi hissediyorum. Ya kuru dallarımda yeşeren ümit çiçeklerine ne demeli!..
Öylemiymiş hayat? Her şey hep, ‘bir ters, bir düz!’ Gece ve gündüz.. Biz ters yüz olmuşuz, çok mu öyleyse?
Ayinedâr..
Bu kadar döneceğimi, özleyeceğimi bilseydim; daha sıkı tutunurdum çocukluğuma. İnsan istese de, istemese de ömür geçiyormuş... sonra perdeler bir bir kapanıyormuş!
‘Hakikat ehline berzah yoktur. Âyineler hep visali haber verir’ dese de, aklım.. ‘Bir gün bütün berzahların ortadan kalkması’ duasında yine de kalbim.. Bir Yunus çağlar içimde..
“Hak bir gönül verdi bana/ Ha demeden hayrân olur/ Bir dem gelir şâdân olur/ Bir dem gelir giryân olur.”
‘Kuzular çok susadı..’
Elindeki sarı çiçeğin ezgilerini dinliyordu. Ezgi bitince “ben dereye gidiyom, kuzular çok susadı” diye seslendi sanki.. çoook uzaklardan bir köy çocuğu. Islandı yağmurdan.. Bir kelebeği yakalamak için koşarken düştü.
Düştüm..
Lakin; düşmenin de bir usturubu olmalı değil mi? Becerebildim mi bilmiyorum öylesini.. Kalkmak istemedim. O toprak ki, bağrına bastı göğsümü. Şifa oldu sevgi değmeyen yerlerime. Toprak kokusu yağmura karıştı.
Güfte ve beste..
Noktasız bir bestenin ruhumda çağlayışı.. Güfteye hapsolmayan bir beste. Bundandır lisana sığmayışı…
Kader ezgisinde bir nağme ki; yankılanadursun.. Dilerim sürsün hiç susmayışı bu coşkunun! Kaçmasın ellerimizden yaşamak!..