Akıllar şüpheler içinde kıvranırken, ruhlar kimsesizlik ve hiçlik içinde medet ararken, ebedî yaşamak isteyen kalpler feryat ederken; bunların hakikatini bilenler neredeler ve ne yapıyorlar acaba?
Hayat yolculuğu yavaşlamıyor, daha da hızlanıyor. İnsanlar oyalanıp görmezden gelse de, ölüm meleği görevine devam ediyor.
Kırılan kalpler tesellî bekliyor. Muhtaç gönüller yol gösterecek bir nur, yaralarına merhem sürecek müşfik bir el arıyor.
Çağın getirdiği şüpheler içinde bocalayan ve hakikati arayan akıllara kim yol gösterecek?
Görmezden, duymazdan gelsek bu sorular cevap bulacak mı? Birbirimizle uğraşmak gibi daha önemli(!) bir vazifemiz mi var yoksa?
Neden katman katman kapatıyoruz, saklıyoruz kendimizi maskelerin arkasına? Hayat, maskeler koleksiyonu mu?
Kim veriyor bu maskeleri, kim zorla taktırıyor?
HAYATIN BİR ANLAMI VAR MI?
Maskelerini çıkarıyor birisi tek tek… ve hayatı sorguluyor:
“Nereden geldiğimi bilmiyorum. Nereye gittiğimi de. Bildiğim bir şey varsa geldiğim yere geri döneceğim. Seziyorum. ‘Bu hayatın bir anlamı var mı?’ diye düşünüyorum çoğu zaman. Düşünüyorum, düşünüyorum… Bir çıkış bulamıyorum. Bazen düşünmek gerekmediğini düşünüyorum. Bırak kendini, zamanın akışına direnme, diyorum kendime. Sarhoş ol, diyorum bazen. Durmamacasına. Aşkla, masumiyetle, müzikle, raks ederek, çocuklukla… Bu akıl taşıyamıyor beni. Bir çıkış da gösteremiyor. Hep yarı yolda bırakıyor yaralı gönlümü.”
KURTLAR SOFRASINDAKİ KUZU
“Nereye gitmeli, ne yapmalı şimdi? Bu kafayı da yanında taşıdıktan sonra neye yarar? Hayatın sırrını kitaplarda da bulamıyorum ya, başka türlü yaşamayı da bilmiyorum. Zar gibi inceliyor duygularım. Hassaslaşıyorum.
Bu kadar kırılgan olmak daha da zayıf kılıyor beni. Kurtlar sofrasında bir kuzu gibi hissediyorum kendimi. Kendine yabancılaşan insan başkalarıyla sağlıklı bir ilişki kuramaz, biliyorum, yaşıyorum. Göremiyorum gerçeğin ardındaki dili, yabanîleşmişim ilişkilere. Bir mimik, bir nükte, bir dokundurma, bir beden hareketi… Çözemiyorum, yapamıyorum. Kaçmak istiyorum uzaklara. Onu da beceremiyorum ya. Çakılı kalmışım hiçliğe.”1
Yazar hikâyesinde, belki binlerce insanın yaşadıklarına tercüman oluyor. “Yargılamadan anlamaya çalışın beni” diyor. Bu sorgulamalara bir diyeceğiniz var mı? Bir cevabınız, bir ilacınız? Dinliyorum sizi:
HAYAT YOLCULUĞU VE ÖLÜM
“İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.”2
“İnsan şu kâinat içinde pek nazik ve nâzenin bir çocuğa benzer. ...İnsan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü’l-esası da iman-ı billâhtır.”3
“Necisiniz? Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir?” sorularına “Ben Allah’ın kuluyum, gayb âleminden, bu dünyaya imtihan olmak için gönderildim ve ahiret yolcusuyum” şeklinde cevap verenleri duydum sanki.
Tamam… Ben sizi ve söylediklerinizi duydum. Ya henüz duymayanlar? Onlar hâlâ sizi bekliyor.
Dipnotlar:
1- Barış Akkurt, Hiç., 2- Mesnevî-i Nuriye, s. 290., 3- Sözler, 23. Söz.