İslâm nazarında yaratılış itibariyle herkes birbirine denktir. Doğuştan verilen haklara sahiptir. Hukuk önünde herkes eşittir.
İnsan tek başına dünya yükünü kaldıramaz, ihtiyaçlarını karşılayamaz. Sosyal bir ortamda yaşamaya ve diğer insanların yardımına ihtiyaç duyar.
İnsanın vazifesi düşünüp araştırarak vahiy ve bilim ışığında feraset ve basiretle iyiye, güzele doğru yönelmektir. Birlikte yaşarken çıkan, çıkabilen anlaşmazlıkları hukuk ö-nünde ve adaletle çözmeye çalışır. Asıl olan barış ve esenlik içinde yaşamaktır.
“Hilkat-i âlemde maksud-u bizzât ve galib-i mutlak, yalnız hüsün ve hayr ve hak ve kemaldir. [...] Hilkatte hayır asıl, şer ise tebaîdir. Hayır küllî, şer cüz'îdir. [...] Savlet [şiddetli hücum] etseler de muvakkattır.”1
Bütün muamelelerde bu husus geçerlidir. İslâm, beş temel değerin korunmasını esas alır. Bunlar aklın, dinin, canın, ırzın ve malın korunmasıdır. Bu çerçevede kişilik haklarını korumak, hakkı hak sahibine vermek adalettir. Ayrıca her Müslüman “iyiliği emredip kötülüğü önlemekle” mükelleftir.
"Allah size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman da, adalet üzerine hükmetmenizi emreder."2 Adalet sadece hâkim, savcı, avukat veya mahkemenin vazifesi değildir. Bütün insanlar -özelde Müslümanlar- âdil olmak zorundadır.
Haksızlık ise, zulümdür. Müslüman daima haksızlık ve zulmün karşısındadır/olmalıdır. Kimliğine, inancına, siyasî görüşüne, cinsiyetine, ırkına bakmadan mazlumun yanındadır, yanında olmalıdır. Mazlumların bir kabahati varsa, bu ayrıca değerlendirilmelidir.
***
“Kanunsuz suç olmaz” prensibi gereğince, kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı hiç kimse cezalandırılamaz. “Kanunsuz ceza olmaz” kaidesi gereğince ise, hiç kimse o suç için kanunda yazılmayan bir ceza ile veya yazılan cezadan daha ağır bir ceza ile cezalandırılamaz.
Diğer yandan Kur'ân ve hadislerin yanı sıra beşerî hukukta da “suçun şahsiliği” vurgulanmıştır. Herkes sadece kendi suçundan sorumludur. Hiç kimse başkasının işlediği suçtan sorumlu tutulamaz.
Kanunda umumîlik prensibi gereğince cezalar bütün şahıslar bakımından geneldir. Hiçbir zümreye ve/veya şahsa dokunulmazlık veya ayrıcalık tanınmamıştır.
Ceza hukukunda suç ile verilecek ceza arasında makul bir denge olmalıdır. Cezalandırma asıl amaç değil; ıslâh olduğundan, cezalar ancak zaruret ölçüsünde belirlenmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de " Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir davranıştır; ama kim bağışlar, düzeltme yolunu tutarsa onun mükâfatını Allah verir. Hiç şüphe yok ki O, haksızlık edenleri sevmez."3 hükmü vardır.
***
“En güzel anayasalar, kanunlar dahi; ruhuna uygun uygulanmazsa, süs olmaktan öteye gidemez” demişti bir hocamız. “Hakkı, hukuku, adaleti özümsemiş, insaflı ve hür vicdanlı, bağımsız ve tarafsız, cesur bir uygulayıcı, kötü kanundan bile âdil kararlar çıkarabilir. Kötü bir uygulayıcı ise; iyi kanuna rağmen, etki altında kalabilir ve yanlış kararlar verebilir.” Her devirde olduğu gibi, bu devirde de; liyakatli âmirlere ve âdil hukukçulara çok ihtiyaç var.
Şimdi derin bir muhasebe yapıp yanlışlarımızı düzeltme, hak hukuk ve adalete sahip çıkma, meşru çizgide kalarak zulüm ve haksızlığı önleme, “hakkı tutup kaldırma” vakti. Çünkü yarın çok geç olabilir ve son pişmanlık fayda vermez.
Dipnotlar:
1- Muhakemat, 9. Mukaddeme.
2- Şura Suresi: 40.
3- Nisa Suresi: 135.; Maide Suresi: 8.