İman insanı insan ediyor belki de sultan ediyor. Başka neler yapmıyor ki insanı?
Sabırlı, tevekküllü, kadere inanan, teslim ve rıza ferahını tadan kıymetli bir cevher hâline getiriyor. Aciz ve zayıf cismin çok ötesinde imanla kuvvetlenmiş sağlam bir ruhun karşımızda bulunduğunu hissettiriyor. Korku, endişe, karamsarlık, kaygından uzak ölümü bir mekân değişikliği olarak gören insanların en düşkün hallerinde bile vakarlı dik duruşunu izlemek ne büyük bir tefekkürdür. Gidiyorsak Âdem babamızın vatan-ı aslîsine dönüyoruz, gidiyorsak sahibi hakikînin huzuruna gidiyoruz inancı ile ölümü bir ders-i ibret olarak bize seyrettiren insanlar. Şikâyetten uzak sadece şükürle geçirilen şiddetli hastalık vaziyetlerinin ardından hakiki hayat yurdu olan ahirete geçiş yapan ve oraya lâyık olduklarını dünya hayatındaki yaşantıları ile gösteren insanlar.
Dünyaya ait son zamanlarını son vakitlerini bile Risale-i Nur medresesinde iman derslerine muhatap olarak geçirmeye çalışarak ahiretine nurlar gönderme telaşında olan sâfî kalp ve tahkikî iman sahibi insanlar. Dünyadan nasibini kesildiğini anlayınca kalan her dakikayı ahiret hesabına değerlendirmeye çalışan ve hakiki kazancın sadece ahiret kazancı olduğunu bilen Cennete lâyık insanlar. Anlayan ve görebilen için dünyadan ahirete -hastalık sıkıntılarının bütün ağırlığına rağmen- nasıl rahat geçildiğini bizzat ölümleri ile gösteren insanlar.
“Hafız Ali’nin tavattun ettiği âlem-i berzah, nazarımda Isparta, Kastamonu gibi olmuş”1 hakikati mucibince bizim hemen yakınımızda, belki en fazla bir vilayet kadar uzağımızda yani berzah diyarında yaşamaya devam eden, amalleri mucibince memnun ve mesrur bir hâlde bizi bekleyen insanlar. Dünya arkadaşlıkları berzah arkadaşlığı ile devam eden iki cevheri, yani Mustafa Lafçı ve Hüseyin Diker’i her zaman olduğu gibi yine rahmetle anıyoruz.
Dipnot:
1- 13. Şua.