ALİ OSMAN KARAHAN’IN HİZMET HATIRALARI...
DİZİ: EMİN FIRAT - 2
[email protected]
ÜSTAD, NASIL OLDU BİLMİYORUM, AMA ISPARTA’YA GELECEĞİMİZDEN HABERİ OLMUŞ. ISPARTA’YA VARDIĞIMIZDA BAYRAM YÜKSEL AĞABEY KAPIYI AÇTI. YALVAÇ’TAN GELDİĞİMİ ÖĞRENİNCE ÇOK ŞAŞIRDI.
***
“Zamanla bu kitabı yazan zâtı merak etmeye başladım. O mübarek zâtı ziyaret etme aşkı düştü içime. Halil Hafız’a, onu nasıl ziyaret edebileceğimi sordum. Bana, ‘Daha zamanı var. Sen gidersen zarar verirsin ve sen de zarar görürsün. Hâlâ takip ediliyor. Mahkemeleri devam ediyor. Daha zamanı var bekle’ dedi.
“Ben de beklemeye başladım. Risaleleri okudukça coşuyor, Üstad’ı görebilmek için sabırsızlanıyor, içimdeki ziyaret etme aşkı günden güne artmaya başlıyordu. Ancak her seferinde bana, ‘Gitme zarar görürsün’ denilerek görüşme arzum sürekli erteleniyordu. Halil Hafız Üstad’a benden bahsetmiş. Üstad da bunun üzerine ikinci kez bana, Halil Hafız ile ilk çıkan, “Sözler” isimli eseri hediye olarak gönderdi. Üstad’ın göndermiş olduğu eserler beni daha da heyecanlandırıyordu. Onu bir an önce görmek istiyordum.
Bu lisan, Risale Nur lisanıdır
“Bir gün Diyarbakır’ın Çermik ilçesinden Abdülkadir isimli bir zatın yolu Yalvaç’a düşüyor. Üstadı görebilmek için buralara kadar gelmiş. Bir sabah namazında Abdülkadir Bey arkamda namaz kılarken bana, ‘Arzu ederseniz bir ders yapalım’ diyerek ders yapma talebinde bulundu. Ben de ‘Buyur yapalım’ dedim. Cemaate dönerek, ‘Vaktiniz varsa misafirimiz var, bizlerle tanışıp bir ders yapmak istiyor’ dedim. Cemaat de, ‘Olur biz de dinleyelim’ dediler.
“Risale-i Nurlar’ı çok okuyan bir insanda bir seviye vardır. O seviyede de bir muhatap aranır. Dinleyenlerde de bir seviye olması gerekir. Abdülkadir Hoca, ‘İçinizde bir muhatap yok mu, evliya makamında bir şey okuyacağız’ diyerek söze başladı. Bu sözler bana ait değil. ‘Bir evliya makamında bir şeyler okuyacağız’ dedi. Abdülkadir Ağabey okumaya başlayınca, cemaate baktım ve hiçbir şey anlamadıklarını gördüm. Ancak benim içim coşmaya başlamıştı. Bu lisan Risale-i Nur lisanıdır. ‘Risale-i Nur lisanıyla konuşuyor’ diyerek sahip çıkmaya başladım. Sonra kahveye giderek nereden gelip nereye gittiğini sordum. Bana, ‘Siz çoktandır gidip görmüşsünüzdür’ belki deyince ben de,
‘Neyi görmüşüm?’ diye sordum.
‘Buralarda Üstad Bediüzzaman yaşıyor. Benim gideceğim yeri görmüşsünüzdür. Onu ziyarete gidiyorum’ diye karşılık verdi. Daha sonra şaşkınlığımı fark etmiş olmalı ki, ‘Sen hâlâ gitmedin mi yoksa?’ dedi.
‘Eserlerini okumaya başladım, ama gidemedim. Beni de götürür müsünüz?’ dedim. ‘Hâlâ götürür müsün diyorsun, şimdiye kadar gitmediğin hata. Bir de hoca olacaksın. Düş arkama’ diyerek, eve dahi haber vermeden Üstad’ı görebilmek için peşine takılıp yollara düştük.
Üstad ile ilk görüşme
“Üstad nasıl oldu bilmiyorum, ama Isparta’ya geleceğimizden haberi olmuş. Isparta’ya vardığımızda Bayram Yüksel Ağabey kapıyı açtı. Abdülkadir Ağabeyi tanıdıkları için ona ‘hoşgeldin’ dediler. Bana kim olduğumu sorunca,
‘Yalvaç’tan geldim’ dedim. Bayram Yüksel Ağabey birden irkildi:
‘Ne dedin, Yalvaç’tan mı geliyorum, dedin?’ şeklinde tekrar ederek şaşkınlığını gizleyemedi.
‘Üstad Yalvaç’tan bir insan bekliyor. Sen o musun yoksa? Sana nasip olacak galiba, ama bugün şansınız yok’ deyince çok üzüldüm.
“İçimden ‘Bir torpil olur mu acaba? Zaten girip bir elini öpüp gideceğiz’ diye söylenirken, Bayram Ağabey, ‘Biz şimdi hazırlanıp Emirdağ’a gideceğiz. Üstad bir yere gideceği zaman hazırlanır ve hiç kimseyle görüşmez’ diyerek içeri girdi.
“Abdülkadir Ağabey tâ Diyarbakır’dan gelmiş. Ona dedim ki, ‘Abi ben geri dönerim, ama sen şimdi ne yapacaksın? Diyarbakır’a geri mi döneceksin?’ O da, ‘Olsun, ben beklerim! Nasıl olsa kapıdan çıkar, ben hemen onu görür, elini öper öyle giderim’ dedi. Ben de, ‘Bırak el öpmekten ne kazanılır?’ dedim. Bana, ‘Sen de sebat eder beklersen elini öpersin’ dedi. Ben de ‘Bir el öpmeyle ne kazanılır?’ diye sorduğumda, ‘bekle Üstadı burada göreceğiz’ dedi. O sırada Bayram Ağabey tekrar dışarı çıkarak, “Siz hâlâ gitmediniz mi?” diye sordu ve hemen arkasından Üstad’ın ısrarımıza kayıtsız kalmadığını söyleyerek, bizimle görüşebileceğini söyledi. Çok sevindik. Üstad aşağı indi, yanımıza geldi. O ilk görüşteki bakışlarına dayanmak mümkün değil. Çok farklı bir duygu. Üstad o gün bana, ‘Biz dışarı çıkacağımız zaman hiç kimseyle görüşemiyoruz’ demesine rağmen bizimle görüştü.
“Ben Üstad’la görüşüp elini öptükten sonra Yalvaç’a, Abdülkadir Ağabey de Diyarbakır’a geri döndü. Daha sonra Üstad ile birçok defa görüştüm. Yalnız bir daha o çağırmadan habersiz yanına hiç gitmedim. Bana ‘Üstad’ın temsilcisi’ dediler. Hiçbir zaman onun temsilcisi olamadım, olamam da. Bu hususta çok bîzarım ben. Daha sonraları Üstad’ı Ankara’daki son mahkemelerine katılarak görme şerefine nail oldum. Mahkemelerde Bekir Berk Ağabeyle de görüşme imkânım oldu.
Üstad tarafından maaş bağlanması
“Üstad, Muallim Galip Ağabeyin ölümünden sonra, beni Yalvaç’ta hizmet etme hususunda görevlendirdi. Zübeyir Ağabey üç kez beni ziyaret etti. Daha sonraki zamanlarda da Üstad bir vefa göstergesi olarak Muallim Galip Ağabeyin doğup büyüdüğü evi ziyarete geldi. Lâkin o esnada görüşemedik. Bir başka zaman karşılaştığımızda Üstad bana, ‘Buralarda medrese açarsan ziyaretine gelirim’ dedi.
“Bunu duyunca çok sevindim. Hatta yine bir seferinde ‘Üstad Yalvaç’a geldi’ dediler. Koşa koşa görmek için gittim. Ama yine göremedim, ‘gitti’ dediler. ‘Ne oldu?’ diye sorduğum da ‘bilmiyoruz, gitti’ dediler. ‘Fakat sonra tekrar gelecek’ dediler.
“İlk medreseyi açtık. Ancak ikinci medreseyi açtığımızda Üstad ziyaretimize geldi.
“Daha sonraki zamanlar Üstadın yanına sık sık gidip gelmeye başladım. Aramızdaki muhabbet artmaya başladı. Üstad Mustafa Sungur Ağabeyi müfettiş tayin etmiş. ‘Risale-i Nur hizmetlerine onda yedi oranında hizmette bulunanlara maaş bağlayın’ talimatını vermiş. Bundan dolayı Sungur Ağabey Yalvaç’a gelip gittikçe, Üstad’a buradaki hizmetlerle alâkalı rapor vermiş. Sungur Ağabey Üstad’a benim hakkımda, ‘Onda yedi değil, onda dokuz, onda on hizmette bulunuyor’ demiş. ‘Gelen gidenlere talebelere fevkalâde hizmette bulunuyor’ diye eklemiş.
“Üstad da zarfa bir miktar para koyarak bana göndermiş ve bana yıllık 109 lira maaş bağlamış. ‘Ben alamam’ desem de kabul etmek mecburiyetinde kaldım. Sungur Ağabeye, ‘Bu parayı ne yapacağım?’ dediğimde, ‘Biz bu parayı bir iki günde harcıyoruz. Sen işini bilirsin’ dedi.
“Ben de bu paralarla hurma alıp gelen misafirlere sene boyunca ikramda bulundum. Üstad vasiyetinde ‘Bu paraları ölünceye kadar vereceksiniz’ demiş. Ancak hapse girince bu parayı kestiler. Üstad maaş bağlarken bir vasiyette bulunmuştur. Bu maaş bana Üstadın bir vasiyetidir. Kesmesinler. Bunun bir vebali vardır. Hatta bu maaşlar ilk bağlandığında ağabeyler Üstad’a, ‘Bu maaş bize yetmiyor’ diye söylendiklerinde, ‘Bana yetiyorsa size de yeter. İktisatlı yaşamayı öğrenin. Hiç kimseye zam yok’ demiş.
“Bir kuruş fazlasını alırsam Allah (cc) bana bunun hesabını sorar. Ben aldığım parayı hiçbir zaman yemedim. Gelen gidene ikramda bulundum. Üstad herkese bu maaşı bağlamazdı. Müfettişler göndererek hizmete bağlılıkları ve çalışmaları konusunda tesbit yaptırır, ona göre bağlardı. Beni hayata bağlayan Risale-i Nurlar ve hizmete sadâkatım olmuştur.
“Bazı kardeşler, Risale-i Nur okuyanları hainlikle suçluyorlar, bu beni çok üzüyor. Hatta tanıdığım bazı kardeşler hain ve benzeri suçlamalarda bulununca, ‘Sen Risale-i Nur Talebesisin. Bunu nasıl yapar, nasıl böyle düşünür ve söylersin?’ diyerek tepki gösteriyordum. Bir Risale-i Nur Talebesi herkesi sevmeli ve hiç kimseyi dışlamamalı. Herkesi kucaklamalıdır.
“Ben Risale-i Nurlar’ı Osmanlıca yazarak kütüphaneye koydum. Bizde bağlanmak yoktur. Üstadın ifadesiyle ‘devir tarikat devri değil, hakikat devridir.’ Bir Müslüman bir Müslümana hasmane tutum içinde olmamalıdır. Hele de Risale-i Nur tedrisatından geçen birisinde, bir Müslümana karşı asla kin, öfke ve nefret olmamalıdır. Eğer öyle davranıyorsan demek ki sen Risale-i Nur okumamışsın. Bu noktada İhlâs Risalesi’ni sadece lâakal on beş günde bir değil, on beş günden daha evvel okumak lâzımdır.”
-DEVAM EDECEK-