“Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.” (Lem’alar)
Kabre giden yolda ne kadar hazırlıklıyız bilinmez. Ama bilinen o ki, biz dünyayı çok sevdik.
O kadar çok sevdik ki, sımsıkı sarıldık ona. Sarıldıkça sahiplendik, sahiplendikçe ayrılmak istemedik.
Dünyaya ait elimizde ne varsa hepsini yok edip tükettik. Hem dünyamızı hem de ahiretimizi kirlettik. Cehaletten kurtulamadık bir türlü. Çıkamadığımızda işin içinden cahilliğimize verdik her şeyi.
Namahrem deyip başımızı öne eğdiğimiz günler geride kaldı. Mahremiyeti kaldırdık ortadan.
Hayatımızı kolaylaştırmak yerine, daha da zorlaştırdık. Dünyaya ait oyuncaklarımızı herkesten ve her şeyden çok sevdik. Şu muvakkat âlem- de hiçbir şeyin bize ait olmadığını bildiğimiz halde, kaybetmekten çok korktuk.
Enâniyet duygularımız kabardı. Kibir sıradan hale geldi. Her şeyi ve herkesi küçümsedik. Paylaşmayı bölüşmeyi unuttuk. Yaptığımız iyilikler gösterişten öte gitmedi. İsraf ve lüks hayatımızın bir parçası hâline geldi. Hep kendimizi düşündük.
Önce can sonra canan dedik. Göremedik cananın içindeki canları. Ya da görmek istemedik.
Vicdanlarımız karardı. Acıma duygularımız yok oldu. Şefkat ve merhametin yerini, kin öfke ve intikam duyguları aldı. Masum ve mazlumların feryatları arşa yükseldi de duyan olmadı. Bulutlar yağmur olup ağladı da, sızlamadı vicdanlar.
Hak, hukuk, adalet nedir bilmedik. Bozduk adalet terazisini. Hesap gününü hesaba katmadık. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadık ve fakat hiç aklımıza gelmedi ölüm. Gerçeklerden uzak yalanlarımızla yaşar hale geldik.
Aile bağlarını koparttık. Ayırdık anne babadan çocukları.
Sofralarında yalnız bıraktık sabileri. Çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç, sağlam hasta demeden ağlattık nicelerini. Gözyaşları sel olup aktı da, görüp duyan olmadı bir damla gözyaşındaki sessiz feryatları.
Kutuplaştırdık insanları. Kardeşlik duygularımız zedelendi. Esir aldı bizi korkularımız.
Bundan sebep sükût edip sessizliğe büründük. Güvenemez olduk hiç kimseye. Sinir uçlarımız hassasiyetini kaybetti. Hissedemez hale geldik. Paylaşmayı unuttuk. Dostlarımızı terk ettik. Küstürdük sevdiklerimizi.
Kâinat kitabını iyi okuyamadık. Sonra da neden başımıza türlü türlü felâketler geliyor diye dert yanıp durduk.
Belâ ve musîbetlerin, Mülk Sahibinin bir ihtarı olduğunu göremedik.
“İnsanda iki vecih var. Birisi, enâniyet cihetinde şu hayat-ı dünyeviyeye nâzırdır. Diğeri, ubûdiyet cihetinde hayat-ı ebediyeye bakar.” (Lem’alar) Biz görünürde insan olduk, fakat ubudiyet cihetinde kul olamadık bir türlü.