İnsan, tarif edilmesi en zor ve en karmaşık canlılardan birisidir.
Nev-i şahsına münhasır, hür iradeye sahip, düşünebilen, kendisini bir başkasının yerine koyabilen, Yaradan’a karşı sorumluluğu ve vazifesi olan bir eşref-i mahlûktur.
Kâinatta cismen küçük bir varlık olarak görünse de, kendi içinde kâinatı barındıran bir canlı. “İnsan küçük bir âlem olduğu gibi, âlem dahi büyük bir insandır. Bu küçük insan o büyük insanın bir fihristesi ve hülâsasıdır.” (Lem’alar)
İnsan, sevgi, merhamet, acıma, vicdan, yardımlaşma ve paylaşma gibi sıfatlarla donatıldığı halde, kin, öfke, düşmanlık, garez, haset ve kıskançlık gibi kötü hasletleri de cem etmiş tezatlarla dolu bir varlık. Hırs ve tamah yüzünden, yükselmek ve başkalarından daha üstün olmak istedikçe, karanlığa ve kötülüklere doğru kök salarak, kendi sonunu hazırlayan bir fanidir.
İnsanı tarif etmenin bin bir çeşit yolu olsa da, insanı tanımanın pek fazla bir yolu yoktur. Bu sebeple insanları tanımada hep zorlanırız. Her ne kadar atalarımız, komşulukta yolculukta alış verişte tanıyabileceğimizi söylese de, çoğu kez yine de yanılır ve hayal kırıklığına uğrarız.
İnsan, menfaat peşinde koşan, pişmanlık duyabilen, yeri geldiğinde başkasını örnek alan, yalan söyleyebilen, riyakârlık yapan, beğenilmek isteyen, söyledikleri farklı yaptıkları farklı olan, sürekli kazanmak isteyen, ölüm dahil her şeyi çok çabuk unutabilen tuhaf bir canlıdır.
Dünyadaki birçok canlı ile bazı ortak özellikleri olsa da, insanı diğer canlılardan ayırın pek çok farklılıkları vardır. Bunlardan en mühimi, aklı ve konuşmayı bir kenara bırakacak olursak, insanların dik yürümesidir. Öyle ya madem insanoğlu eşref-i mahlûk, o halde diğer canlılara göre belirgin bir ayrıcalığı ve üstünlüğü olmalı. O da, bana göre insanın dik yürümesidir. Dik yürümek mühim. Bu, Cenâb-ı Allah’ın (cc) insanlara verdiği en önemli özelliktir. İnsan sürünerek yaşayan bir canlı olsaydı ne olurdu hali? Düşünülmesi bile ürkütücü.
İnsana dair bir başka özellik de, diğer canlılarda olmayan, hal diliyle konuşma yeteneğine sahip olmasıdır. Hal dilinin gözlerde tezahür etmesi ve adeta gözleriyle konuşması insanın en mühim hususiyetlerinden birisidir. Zira dil yalan söylese de, gözler asla yalan söylemez.
“Ne garip bir varlık şu insan! Yürür konuşur ve acı çeker. Kendisine ve çevresine ait hiçbir şey bilmez. Bir nevi ıztırap makinası. İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez. Sınırsız olan hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve acz içinde kıvranan bir ruh” (Cemil Meriç)
İnsan şeklen her yerde insandır. Fakat bir demirden hem nal hem kılıç yapılabildiği gibi, insan her yerde şeklen aynı görünse de, belirgin farklılıklar arz eder. Yunusun “bir ben vardır benden içerü” dediği gibi, galiba bizim de içimizde bir insan vardır insandan içerü. Bu sebepten ötürü, insanın tarif edilmesi ve anlaşılması çok zordur.
Ancak Üstad, enfes bir tanımlamayla insanı şöyle ifade eder; “Esma-i İlâhiyeye ait garaibin fihristesi, hem şuun ve sıfat-ı İlâhiyenin bir mikyası, hem kâinattaki âlemlerin bir mizanı, hem bu âlem-i kebirin bir listesi, hem şu kâinatın bir haritası, hem şu kitab-ı ekberin bir fezlekesi, hem kudretin gizli definelerini açacak bir anahtar külçesi, hem mevcudata serpilen ve evkata takılan kemalatının bir ahsen-i takvimidir.” (Sözler)