Bayan okuyucumuz: “Yirmi Birinci Lem’a’nın Dördüncü Düsturu işlenirken, tarikat ehlini rencide edecek şekilde ifadeler kullananlar var. Bu doğru mudur?”
Müsbet Hareket
Risale-i Nur, bütün Müslümanları, hattâ bütün insanlığı kucaklayan zengin bir şefkat diline sahiptir. İslâm’ın teşrî kıldığı ve Risale-i Nur’un da bilhassa asrımızda ihmal edilmemesi gereğini ısrarla vurguladığı din kardeşliği hukûkuna riâyet etmekte hassas olmak gerekir. Ehl-i tarîkat olsun olmasın, hiçbir Müslüman’ı rencide edici bir üslûba, hiçbir yerde iltifat etmemelidir.
Nitekim Bediüzzaman Hazretleri Müslümanlar arası hukûka riâyetin önemini ve şartlarını ayrı bir Risale’de, Yirminci Lem’a’da ayrıntılarıyla ele almıştır. Orada, İkinci Sebep’te önemli bir düstur: “Müsbet hareket etmektir.”
Yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Burada başka mesleklerin adâveti ile veya başkaları noksanlıkla itham ederek hareket etmeye aslâ cevaz verilmez. İslâm dâiresi içinde, hangi meşrepte olursa olsun; muhabbete, uhuvvete ve ittifâka medâr çok birlik bağı bulunduğunu düşünerek ittifâk edilmesi; her meslek sahibinin yalnız kendi mesleğinin muhabbetiyle çalışması, başkasının mesleğine ilişmemesi önemle istenir.
Bir Müslümanın, “Mesleğim, yolum ve tarzım haktır!” demesinin hakkı olduğunu hatırlatan Bediüzzaman; başka mesleklerin haksızlığını veya çirkinliğini îmâ edercesine “Hak yalnız benim mesleğimdir.” İddiasına kesinlikle izin vermez.1
Kardeşlerde Fânî Olmak
Hakka hizmetin, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhâfaza etmek demek olduğunu hatırlatan Bediüzzaman, o defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar, daha ziyâde sevineceğini ve memnun olacağını; kıskanmak şöyle dursun, gâyet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyâde olan kuvvetlerini ve daha ziyâde tesirlerini ve yardımlarını iftihar ederek alkışlayacağını kaydeder; o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara rekabetkârâne bakılmaması gerektiğini önemle vurgular; aksi takdirde ihlâsının zarar göreceği uyarısını yapar. Hattâ bunu bir hastalık olarak değerlendiren Üstad Hazretleri, bu hastalığın yegâne çâresinin, dâimâ nefsini ittiham etmek ve karşısındaki dîn kardeşinin mesleğine taraftar olmak olduğunu beyan eder.2
Yirmi Birinci Lem’a’da ise, dâire içi ihlâs meseleleri dört mühim düstur içinde işlenir. Bunlardan Dördüncü Düsturda, kardeşlerin birbiri içinde “fânî” olması istenir ki, bu sır, Kur’ân’ın ehl-i iman arasında görmek istediği “kardeşlik” sırrından başka bir şey değildir. Yani kardeşlerin birbirinde fânî olması, birbirine karşı benlik gütmemeleri, kendi nefsî hissiyatlarını unutmaları, kardeşlerinin meziyetlerini kendi meziyetleri saymaları ve onlarla iftihar etmeleridir.3
Râbıta-i Mevt
Bunu sağlamanın en tesirli yolu da râbıta-i mevt”, yani “ölüm râbıtası”dır. Çünkü “ölüm râbıtası”, riyâya karşı nefret verdiği gibi, ihlâsı kazanmaya da vesîledir. Ölüm râbıtası: Ölümü düşünerek, dünyanın fânî olduğunu hatırlamak ve böylece nefsin desîselerinden kurtulmaktır. Ehl-i tarikat bu râbıtayı şöyle yapıyor: Kendini ölmüş biliyor, yıkanıyor ve kefene sarılıyor olduğunu farz ediyor, kabre konuyor olduğunu tahayyül ediyor. Böylece nefs-i emmâresini uzun emellerinden bu râbıta ile vazgeçiriyor.
Üstad Hazretleri burada, insanın hayalen öldüğünü hissetmesine gerek olmadığını; zâten yakın bir istikbalde gerçekten öleceğini, yıkanacağını, kefene sarılacağını, omuzlarda taşınacağını –o da nasipse tabiî ki- ve kabre konacağını; binâenaleyh herkesin kendi âkıbetini düşünmesinin, yani fikren şu andan istikbâle giderek kendi toprağına bakmasının, yani hiç hayalî senaryolara lüzum olmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesini görmesinin mümkün olduğunu kaydediyor.4
Bu mukâyese yapılırken, kardeşlik hukûku hiç şüphesiz birinci öncelikle gözetilmelidir.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 155.
2- Age., s. 161.
3- Age., s. 166.
4- Lem’alar, s. 167.