Fikret Çalışkan: “Namaz kılmamanın dindeki hükmü nedir? Kur’ân ve hadiste açık bir hüküm var mı?”
ALLAH NAMAZ KILMAMIZI İSTİYOR
Namaz konusunda Yüce Kitabımızda dünya kadar ayet vardır. İlk ayet, Bakara Suresi’nin girişinde hemen 3.cü ayettir. “Onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.”1 Buyurulur.
Namaz konusunda daha nice ayet vardır. Hepsini yazmak hacmimizi aşar. Uzun sözün kısası: Namaz bir borçtur. Allah namaz kılmamızı istiyor. Fakat bizi namazdan soğutan çok sebep vardır. Bu, namazın faziletinin yüksekliğini gösterir. Şeytan bizimle uğraştığı hâlde bizim ısrarla ve şeytana inat namazı kılmamız, Allah’ın huzurunda değerlidir. Şeytanın bizimle olan meşguliyeti, bizim huzurumuzu kaçırsa bile, namazın faziletinden bir şey eksiltmez, hatta artırır.
NAMAZDAN USANMAYALIM
Yirmi Birinci Söz’de Bediüzzaman şöyle der: Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın? Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyif için ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasa idin ki, ömrün azdır, hem faydasız gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakikî bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.2
Diğer yandan; her gün her gün ekmek yiyen, su içen ve havayı teneffüs eden bir adam, ekmekten, sudan ve havadan usanır mı? Kalp, ruh ve vicdan, cisim hanesinde nefsin arkadaşlarıdırlar. Nefis her ne kadar usandığını ve isteksiz olduğunu söylese de; kalbin, ruhun ve vicdanın gıdası, huzuru ve hayat kaynağı namazdır.
Çünkü sonsuz acılara maruz ve hadsiz lezzetlere sevdalı bir kalbin gıdası, elbette her şeye kadir bir Rahîm-i Kerim’in rahmet kapısında aranmalıdır.
Keza, şu fânî dünyada, büyük bir sür’atle ayrılık feryatları koparıp giden bir rûhun hayat kaynağı, her şeye bedel bir Mâbud-u Bâkînin ve bir Mahbûb-u Sermedî’nin rahmet çeşmesine namaz ile yönelmektir.
Fıtraten ebediyeti isteyen, ebediyet için yaratılmış olan ve ezelî ve ebedî bir Zât’ın âyinesi bulunan insanın duyguları, şu kasavetli, ezici, sıkıntılı, geçici ve boğucu olan dünya halleri içinde elbette teneffüse pek çok muhtaçtır. Bu teneffüsü ise ancak namaz penceresi ona sağlayabilmektedir.
NAMAZIN VERDİĞİ HIZ
Bir diğer husus; namaz, şu dünya misafirhanesinde âciz ve fakir kalbimize kuvvet ve zenginlik vermekte, kabirde gıdâ ve ışık hükmünde aydınlık kaynağı olmakta, Mahşerde senet ve berat hüviyetinde bizi kurtarmakta ve Sırat Köprüsü’nde nur ve Burak gibi göz açıp kapayana kadar bizi hızla Cennet’e ulaştırmaktadır. Böyle bir namaz için “neticesizdir” veya “ücreti azdır” denmez.
Bir adam bize birkaç para taahhüt etse veya bizi büsbütün korkutsa, bizi günlerce çalıştırır. Sözünden dönmesi mümkün olduğu hâlde o adama itimad ederiz, fütursuz çalışırız. Acaba sözünden dönmesi imkânsız bir zât, Cennet gibi bir ücreti ve ebedî saadet gibi bir hediyeyi bize vaad ederek, pek az bir zamanda, bize, pek güzel bir vazife verse; biz de onun hediyesini hafife alırcasına o vazifeyi yapmaz isek, pek şiddetli bir azaba müstehak olmaz mıyız?
Aklımızı başımıza almalı ve bilmeliyiz ki, dünkü gün elimizden çıkmıştır. Yarınki gün ise elimizde sened yok ki, ona mâlik olalım. Öyle ise hakikî ömrümüzü, bulunduğumuz gün bilmeli ve her günün en az birer saatini, birer ihtiyat akçesi gibi, uhrevî bir sandukça hükmünde, hakikî istikbal için teşkil olunan bir mescide veya bir seccadeye atmalıyız.
Namazı severek kılmalıyız.
Dipnotlar:
1- Bakara Suresi: 3.
2- Sözler, s. 425.