18. defa zehirleniyordu Bediüzzaman.
Ramazan ayının sonlarına doğru su testisine konulan zehir ile. Kadir Gecesi’ni ihya etmek üzere virdlerini tamamladıktan sonra vaktin daraldığını düşünerek bir parça ekmek, biraz yoğurt, birkaç tane de zeytin yedikten sonra testisinden bir bardak su koyup birkaç yudum içti. Hemen az sonra nefesi daralmaya başlamıştı. Bu da- ralma nefes alıp verdikçe büyüdü ve göğüs kafesinin ortasındaki boşlukta şiddetli bir sancı başladı. Birkaç nefeste bütün vücudunu sardı. Abdest alıp ferahlamak istedi ise de yapamadı. Çünkü yine zehirlenmişti asrın âlimi. Bu zehir öncekilerden çok daha farklıydı. Diğerleri hemen maddeten öldürecek cinsten olduğu halde, bu zehir insana ölüm anı kadar ıztırap vermesine rağmen öldürmüyor. Tesirini beyninde ve benliğinde gösteriyordu.
İlk olarak idraki ve iradesi işlemez oldu. Bazı uzuvlarını kontrol edemiyor, eli ayağı iradesi dışında çalışıyordu. Önceki zehirlenmelerde dâvâsını düşünürken bu sefer Nurs, annesi, babası, çocukluk hatıraları canlandı gözünde. Bu durumu fark eder etmez bütün benliğini zorlayarak ayağa kalktı.
“Dâvâm!”
Yıllar önce Van Kalesi’nden düşerken gayri ihtiyari haykırırken şimdi idrakini ve iradesini zorlayarak söylemişti. Şimdiki tehlike o zamankinden çok daha tehlikeliydi!
Manen öldürülmek. Maddî olarak öldüremeyeceklerini anlayan hainler bu sefer beynini, aklını tahriş edip manen öldürmek istemişlerdi. Bunu anlayan Bediüzzaman dâvâsına zarar gelecek endişesi ile bütün yatma isteği ve takatsizliğine rağmen duâya yöneldi. “Ya Rabbi! Aklımı, idrakimi, hayatımı ve irademi hizmete bağışla. Bana dâvâmı tamamlayıncaya kadar hayırlı ömür ver” diye yalvardı. Asrın âlimi hem maddî hem manevî ölüm planları ile hayatı boyunca karşı karşıya kalmıştı. Çünkü hayatı dâvâsı idi. Helâket ve felâket asrının imamı idi. Bizler şu zamanda maddî ölümden korktuğumuz kadar korktuk mu manevî ölümden? Neydi ki dâvâmız manevî ölümden bu kadar uzaktık? Beyinlerimiz uyuşmuşken, akıllarımız medyanın aktardıklarıyla sersemleşmişken, irademiz öylesine zayıflamışken günahların zehirli lezzetleriyle… zihinlerimiz hangi hedefin peşinden koşturuyordu? Şan, şöhret, para pul, hayatın refahı, lezzetleri… Hiç aklımıza geliyor muydu yavaşça manen ölüşümüz. Yaptığımız gıybetler, çektiğimiz krediler, hırslarımız, ihti- raslarımız… Yoksa bizler manen ölmüş müydük ki maddî ölüm bizi her an tehdit eder oldu korona vesilesi ile? Bizim battığımız bu büyük tehlikeden çıkartmak için korona mı el uzattı kim bilir. Her an hastalık bulaşabilir endişesi ile aldığımız yüzlerce tedbir ve temizliği hiç gü- nahlardan uzaklaşmak için almış mıydık sıkı tedbirler manevî temizlikler, tövbeler…
Uyuşmuş beynim, sersem aklım, hedefi yoldan çıkmış zihnim, ıztırap içerisindeki ruhum toparlanın!
“Dâvâm!”
Helâket ve felâket asrında ahirzaman fitneleri, günahları arasında boğulmaya yüz tutmuşken kaç kere yeniliyoruz dâvâmızı. Ansızın bir günah işleyecekken tecdit edip dâvâmızı geri çekiliyor muyuz? Yoksa zaten dâvâmız için yola çıkmıştık deyip yolun ortasında farkında olmadan sapıyor, unutuyor muyuz kulluğumuzu? Yolculuğumuz de- vam ediyorsa şu fani memlekette, asrın âlimini örnek almalıyız. Hastalık demeden tecrit demeden zehirlenme demeden meşakkat, ih- tiyarlık hasret demeden her şeyiyle dâvâm demişse, bizlerde yolun başı, yolun ortası, yolun sonu demeden her daim tecdit edip zikretmeliyiz. Dâvâm diyerek zihinlerimizi yenilemeliyiz. Bediüzzaman gibi manen öldürülmek tehlikesine karşı yönelişimiz duâya;
“Ya Rabbi!.. Aklımı, idrakimi, hayatımı ve irademi hizmete bağışla. Bana dâvâmı tamamlayıncaya ka- dar hayırlı ömür ver.”
Amin!
(Kaynak: İslâm Yaşar, Nurcular [Bediüzzaman’ın zehirlenme hadisesi], sf: 75, 76)