İslâmiyet’ten daha güzel başka bir şey görmedim ve bilmedim.
İslâmiyet’in esasları fazilet, doğruluk, hakperestliktir. Fakat çağımıza baktığımızda hepsinin acımasızca kaybedildiğine şahit oluyoruz. Bediüzzaman, her insanın en küçük daireden en büyük daireye kadar vazifesi olduğunu bildiriyor. En küçük daire kalp dairesi olmasına rağmen en ehemmiyetli ve daimî vazifelerin var olduğu, en büyük dairede ise küçük, ara sıra vazifelerin olduğunu söyler bize. Kalp belki en küçük daire ama aslında en büyük daireyi doğrudan etkileyen çekirdek konumundadır. Kalp sonsuz muhabbetin mekânı, bütün hislerin sultanıdır. Fakat fıtratımıza konulan sınırsız şehvet, öfke ve akıl; kalbi her zaman dinlemezler. İman ve ibadet ile ne zaman ki terbiye olurlar ancak o zaman kalbe tâbi olurlar.
Aşırılıktan kaçan bu “üç sınırsızlar” adalete yaklaşır ve istikamet yolunda fazileti doğurur. Faziletli bir insan ise İslâmiyet’in kokusunu tüm güzelliğiyle etrafa yayar. Adaleti isteyen bu yüzden ibadete üzerinde durmalı. Önce kalbî vazifelerini yerine getirmeli. Kalbi tüm kötülüklerden, çirkinliklerden, haramlardan, günahlardan arındırmalı ve daha sonra ibadet ile süslemeli. Kalbini ibadet ile fetheden, Müslümanları adalet ile muhafaza eder. Tüm dünyaya baktığımızda bütün Müslümanların ahvali ortada. Adaletsizce zalimlere hedef olmuş, kan revan içinde…
Şimdi en büyük daireden mi başlamalıyız?
Kalplerimiz nerede, ne ile fetholmuşlar?
1986 yılında bir gazeteci o zamanın İsrail Dışişleri Bakanı olan Şimon Perez’e, ”Kur’ân-ı Kerîm sizin devletinizin yıkılacağından bahsediyor” deyince Şimon Perez, şu cevabı vermiştir: “Kur’ân’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin, düşünürüz.” Kur’ân-ı Kerîm’in bahsettiği Müslümanlar olmayalım mı?
Kudüs’ü almak için 7 yıl insanların sabah namazına gelmelerini bekleyen Selahaddin Eyyubî’ye Cuma hutbesi irad ederken bir gencin şöyle bağırdığı anlatılır: “Kudüs’e cihadı emret, başka şeyleri ne anlatıp duruyorsun?”
Cevap vermeyen Selâhaddin Eyyubî, ertesi sabah namazına durmadan önce sorar: “Dün cihadı emretmemi isteyen genç burada mı?” Ses yok; çünkü o genç gelmemiştir.
Selâhaddin Eyyubî bunun üzerine, “Vallahi! Cuma namazına gelenler, sabah namazına gelmedikçe Kudüs’e cihadı emretmeyeceğim!..” demiştir.
Önce kalpler ibadet ile fethedilmiş ve ardından Kudüs Müslümanların olmuştur. Selâhaddin Eyyubî, hem İslâm dünyası hem de batı Hristiyan dünyası tarafından güzel ahlâkı ve kahramanlığı ile büyük saygı duyulan bir kumandan olmuştur.
Thomas Arnold İslâmiyet’in Hıristiyanlar arasında yayılma sebeplerini şöyle açıklamaktadır: “Şu bir gerçek ki, Selahaddin’in ahlâkı ve kahramanlık dolu hayatı o asırda Hıristiyanlarda sihirli bir tesir meydana getirdi. Öyle ki Hıristiyan süvarilerinden birisi onun cazibesine kapılarak öteden beri inandığı dinini ve milletini bırakıp Müslümanlara katıldı.”
Bediüzzaman’ın tespitiyle, eğer biz doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e layık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan insanlar fevc fevc İslâmiyete dahil olacaklardır.”
Güzel ahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık olmazsa garaz, menfaat, sahtekarlık, hodgamlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi hâller vuku bulur. İslâmiyet’ten uzak Cahiliye dönemi hâletler ortaya çıkar. Müslümanlık adı altında tüm zehir dünyaya yayılır.
Bir zamanlar Cat Stevens adını taşıyan Yusuf İslâm “Eğer İslâm’ı Kur’ân’dan değil de Müslümanlardan öğrenseydim, eğer Kur’ân’dan önce Müslümanları tanısaydım asla Müslüman olmazdım” demesi doğru İslâmiyet’i ne kadar yaşadığımız hakkında bir fikir verecektir.
Velhasıl, adaleti ve barışı istiyorsak bunun yolu da ancak ibadetten geçer. Erdemli toplumun temeli adaletle atılır. Bu manada Risale-i Nur istikamet sahibi faziletli ferdlerin ve toplumun oluşmasını temin ve garanti edecek ölçüde zengin bir terbiyevî ve ilmî malzemeyi ihtiva eder. Haydi o zaman önce ‘Zamanın Sesi’ni dinleyelim, kalplerimizi fethedelim!