Dünkü Yeni Asya’da okudunuz. Diğer bütün muhalif liderler gibi Ali Babacan da “bu hukuksuz düzene son vereceğiz” demiş. Önemli ve değerli.
Hatta Adalet Bakanı Abdulhamit Gül bile “sürekli reform” açıklaması ile aslında “bu hukuksuz düzene son vermek istiyoruz” diyor, ama nafile. Ona güvenemiyoruz. Zira gerçekte yetkisiz yetkili durumunda olduğunu el altı haberlerden çok iyi biliyoruz.
Zira yine dünkü Yeni Asya’nın manşetten verdiği haber net: “AYM’ye direnenler terfi ettirilmiş.” (Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Anayasa Hukuku Profesörü Prof. Dr. Zühtü Arslan da yakınıp dursun!)
Mesele çok net. İktidarda kanunları ve hukuku takmayan ve hatta tıkayan “bir yapı” var. Ve hukukla korkutulmadıkça ya da sökülüp atılmadıkça böyle sürecek.
İddiamızın en iyi delili şu: Ak Partinin insan hakları ve hukuk devletini geliştirmek için son yirmi yılda kurduğu değerli müesseselerin hiçbiri işlemiyor.
İşletilmeyen Kurumlardan biri de TBMM’nin logosunu resmen kullanma hakkına sahip tek Kurum olan ve tüm yürütme organının işlemlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleyen Kamu Denetçiliği Kurumu yani Ombudsmanlık.
Vahim bir örnek anlatalım:
Ankara’daki bir Devlet üniversitesinden emekli olan bir ticaret hukuku profesörü, bir süre sonra, kanuni hakkını kullanmak ve bu üniversitedeki kadrosuna geri dönmek istiyor. Talebini Rektör keyfî olarak reddediyor. Hoca da idare mahkemesinde dâvâ açıyor ve sonuçta dâvâyı kazanıp geri dönme hakkı elde ediyor.
Rektör, eli mahkûm, kararı uygulayacak. Ama o Rektör, TBMM’deki bir gece yarısı operasyonuyla YÖK Kanunu değiştirilerek rektörlük için en az üç yıl kıdemli profesör olma şartının kendisinin hatırı için kaldırıldığı söylenen bir genç bürokrat. (Bu şart yine bir Kanun değişikliğiyle kısa bir süre sonra tekrar getirilmiş. “Meclis oyuncak edilmiş” demek istemiyoruz, ama endişeliyiz.)
İşte mahkeme kararını “güya” uygulayan o Rektör, bu kıdemli profesörün kadrosunu Ankara’nın 75 km uzağındaki bir ilçedeki iki yıllık bir yüksek okulda açıyor. Sanki “sen misin bana rağmen dâvâ kazanıp gelen” diyerek adeta sürüyor. (O hocanın zerre suçu yokmuş, olsun!)
Aslında amaç açık: Mobing ve istifaya zorlamak.
Hoca Rektörle görüşmeye çalışıyor, nafile. Aracılar da malûm bahanelerle refüze ediliyor.
Hoca yine de problemi iyi niyetli yolla çözmeye çalışıyor. Bu amaçla resmen Ombudsmana başvuruyor ve derdini anlatıyor.
Ombudsman kıdemli hukukçu, kıdemli siyasetçi, Avukat Şeref Malkoç. Delilleri toplatıyor, inceletiyor, profesörü haklı buluyor. Çok net ve gerekçeli bir karar yazarak özetle “bu hoca hukuk fakültesine atanmalıydı, gereğini yapın, yapmıyorsanız da bir ay içinde bize sebebini bildirin, aksi halde…” diyor.
Bir aylık süre geçiyor. Kararın gereği yapılmıyor. Ama daha kötüsü, Ombudsmana da -iki satırlık bile olsa- bir cevap verilmiyor!
Şimdi olacak belli. Ombudsman Kanun gereği bu durumu diğer benzer olaylarla birlikte TBMM Başkanlığına raporla bildirecek ve TBMM de raporu görüşüp gereğini yapacak.
Gereği nedir?
Meclis Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop ve Başkanlık Divanı ve AK Parti Meclis Grup Başkanı Prof. Dr. Naci Bostancı …, Meclise bağlı Kurumları ve hatta Meclisin kendisini ciddiye almayan bir Rektöre ve yönetim ekibine ne yapmalı?
(YÖK’ün yeni Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar’ın ve üyelerinin ve Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyelerinin neyi ne kadar bildiğini ve bu tür keyfîliklere karşı ne yapabileceğini de ayrıca merak ediyoruz. Hep birlikte göreceğiz.)
İşte bu yüzden diyoruz ki “çağırın Meclisi, toplansın gelsin”. Gelsin de görsün bu keyfîlikleri. Ve gereğini yapsın.