Çoğu zaman olduğu gibi geçen Cuma günü de hutbe makamında okunan Türkçe vaazda çok güzel şeyler dinledik. (Hutbe Arapçadır. Türkçe kısmı olsa olsa vaazdır.).
Konu merhamet idi. Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan ve bu türden vaazları hazırlayan uzmanlara teşekkür ediyoruz.
Ancak bir de ricamız var: İstisnaları kaldırmak.
Şöyle ki:
***
Bu türden güzel nasihatleri dinleyenlerin aklında bir parantez içi var. Dinlerken “Merhamet edelim, ama filancalar hariç” diye düşünerek dinliyorlar. Zira toplumdaki sosyal ve siyasî kutuplaşma böyle düşündürüyor. Ve herkesin kendisine göre bir parantez içi var.
Bu parantezli dinleme de nasihatin tesirini kırıyor ve hatta manasını kaybetmesine sebep oluyor. Şöyle:
Suçluya ceza vermek devletin işidir. Tamam. Devletin cezası da aynı zamanda caydırıcı ve ıslah edici olmalıdır. Bu da tamam.
Ama mümin, kardeşine lütufla, kavlileyyinle ve şefkatle muamele eder. Devletin bir mümine şu ya da bu sebeple ve haklı ya da haksız ceza vermesi, toplumun da ceza vermiş gibi davranmasına sebep olmamalı.
Hutbe makamındaki vaazlar devletin cezasına doğrudan ya da dolaylı atıf yapmadan toplumun kardeşlik ve merhamet duygularına hitap etmeli. Ve bunu “bu dediklerimizin istisnası yoktur, aklınızdaki istisnaları da çıkarın atın ey cemaat” diyerek net şekilde ifade etmeli ki nasihat tesir etsin.
Etmeyince o nasihate muhatap olanlar da azalıyor.
***
Nitekim camilerdeki cemaatin sayıca azlığı dikkat çekici. Cumaya gelenler de azalmış durumda.
Körü körüne iktidar yandaşı olan ve gerçeği görmek istemeyen bazı dostlara göre cemaat azalmadı, camiler çoğaldığı için mevcut camilerin cemaatleri seyrekleşti.
Biz bu kanaatte değiliz. Zaten bağımsız araştırmacıların raporları da Diyanet’in raporları da cami cemaatindeki eksilmeyi gözler önüne seriyor.
Sebepleri tartışılabilir. Ama kanaatimizce en önemli sebep cemaat kavramının kan kaybetmesidir.
Sivil alandaki din hizmetlerinin sahibi durumunda olan dinî cemaatlerin güç kaybettiğini görmemek safdilliktir.
Bu menfi neticede kusurun yarısı iktidarı elinde tutan ve dinî nitelikli sivil organizasyonları iğdiş ederek kendisine bağlayanlardadır. Diğer yarısı ise istiğna prensibine uymayı ve iktidarla ve devletle ilişkilerini doğru ilkelerle yürütmeyi başaramayan cemaat ve tarikat idarecilerindedir.
Sivil alandaki bu kaybın resmî din hizmetleri lehine arttığını düşünmek isteriz, ama maalesef bu da doğru değil.
Zira Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı üzerinden yapılan din hizmetleri de siyasetten bağımsız olmaktan çıktığı ve iktidara ve dolayısıyla iktidar partisine bağlı bir tür yarı resmî cemaat hizmetine dönüştüğü için kan kaybediyor.
Sebep belli: “Camiler yapan” bir iktidar var, ama o iktidar -bunu istemese de- “cemaatler yıkan” bir iktidar durumunda.
Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi:
Böyle bir sosyal ortamda dindarlar bir partide kümelenip de siyaseti dine hizmet ettirmeye çalışırsa sonuçta dinî siyasete alet etmeye mecbur olurlar. Bu konudaki iyi niyetleri fayda vermez.
Din siyasete âlet edildiğinde ise hem toplum ve siyaset ve hem de din zarar görür. Şimdilerde olduğu gibi.
Çare belli: Bir yandan Diyaneti özerkleştirmek ve diğer taraftan da sivil din hizmetlerinin devlet ve siyasetle ilişkilerini sınırlandırmak…