Târîhi seyri içinde çok bilinmeyenli bir denklem gibi, iç içe birçok girift hadisenin yaşandığı Otuz Bir Mart Vak’ası çok konuşuldu ve çok tartışıldı. Halen de tam mânâsıyla netliğe kavuşmuş değil. Çok ‘nokta-i siyah’ alanlar, gizli ve kapalı noktalar var. İşin ehli ve târihçiler dahi bu konuda farklı görüşler ve fikirler içindeler. Hâdisenin bizzat içinde olanlar dahi meselenin iç yüzünü anlamakta ve anlatmakta zorlandığına göre; dışında olanların bu hâdiseyi netleştirmesi elbette ki çok kolay değil.
Aradan bir asır geçmesine rağmen, karanlıkta kalan noktaları bir nebze de olsa objektif târihçiler ve Bediüzzaman gibi âlimlerden aralamaya ve anlamaya çalışıyoruz. Perde altında kalan bu gibi vak’alar, elbette çok planlı ve dessasane icra edildiği için, yıllar geçse de bütün çıplaklığı ile ortaya çıkarılamıyor. Biz biliyoruz ki “Hile ve fitne perde altında kaldıkça te’sir eder. Zahire çıkmakla iflâs eder, kuvveti söner.” 1 Bu sırdan dolayıdır ki Otuz Bir Mart türü hadiseler kolay kolay perde üstüne çıkmaz ve çıkarılmaz. Perde altında kaldıkça hakikî failler gizli kaldığı için, buna benzen toplumsal hadiseler tekerrür eder. İnşâallah bu tür hadiselerdeki ‘nokta-i siyah’ olan kalın perdeler öyle bir yırtılsın ki, hile ve fitne odaklarının yalanları, fitnecilerin hezeyanı, maskaralığa inkılâb edip akîm kalsın. Bizler de Bediüzzaman’ın bizzat yaşadığı bu hadiseyi, hem Bediüzzaman’ın tesbitlerinden; hem de vak’ayı tarafsız olarak inceleyen araştırmacı ve târihçilerin bakış açısı ile incelemek ve işlemek istiyoruz.
‘31 Mart Vak’ası’ olarak tarihe geçen bu olay, Milâdî 13 Nisan 1909 târihine rastlamaktadır. Dönemin gelişen siyâsî ve sosyal hadiseleri, ‘31 Mart Vak’ası’nın vuku’ bulmasının ayak sesleri olarak görülebilir. Hâdiseler, bir nev’i verilen işârât-ı gaybîyelerin zeminine doğru kaderî cihetten de ilerlediği anlaşılıyor. Târihçiler bu olayın, kendi zulümlerini örtmek isteyen İttihatçıların, II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesini temin etmek için, İngiliz Gizli Servisi’nin yardımı ile ve İngilizler’in âleti olarak tertipledikleri bir hâdise olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak suç, samîmi Müslümanlara yıkılsın diye, bir kısım dînî sloganlar kullanılmış ve “Şeri’at elden gidiyor!” diye dîne ve dindarlara hücûm planları hazırlanmıştır. 31 Mart 1325 tarihinde Meşrûtiyet’e karşı yapılmış olan bu ayaklanma hakkında birçok farklı görüş ileri sürülmüştür. Ayrıca “Devlet kademesine yapılan atananların acemi ve tecrübesiz olmaları da ayrı bir sıkıntı meydana getirmişti. İttihâtçılar’dan bazılarının, toplumun dinî değerlerine aykırı davranışlarda bulunması da işin bir başka yönüydü.
Bir de bazı İttihâtçıların, masonlarla işbirliği içinde oldukları anlaşılmıştı. Ordu ve sivil bürokrasiye atanan bazı İttihâd ve Terakkici taraftarlarının açıktan İslâm’a hakaretleri ayyuka çıkmıştı.
Bunlardan bazıları, memurların ibadetlerini serbestçe yapabilmesine dahi mani oluyorlardı. Halkın dini inançlarına lâubâli bir tarzda yaklaşımlar da gözlemleniyordu.” 2
31 Mart Vak’ası’nın başlangıcı ve devam eden hadiseler şöyle gelişir: “1908 Temmuz’unda ilân edilen II. Meşrûtiyet’in daha birinci senesi dolmadan “Bozuk İttihâtçılar” cunta faaliyetini başlatmışlardı bile… Yılsonuna doğru yapılan genel seçimleri kazanmış olmalarına rağmen, meclis dışında kalmış bir muhalefetin varlığına dahi tahammül edemez oldular. Muhaliflerini önce tehdit ederek yıldırmaya çalıştılar. Bunda muvaffak olamayınca, bir adım daha ileri giderek cinayetlere başladılar. Siyâsî muhaliflerin yanı sıra, fikrî muhaliflerini de susturma, hatta ortadan kaldırma eğilimi içine giren İttihâtçı komitacılar, ilk cinayeti 6 Nisan 1909’da Galata Köprüsü üzerinde işlediler. İttihâtçılara muhalif, Ahrar Fırkası ile İttihâd-i Muhammedî (asm) Cem’iyyeti’ne dost görünen Serbestî Gazetesi’nin başyazarı Hasan Fehmi Efendi fail-i meçhûl bir cinayete kurban gidince, ortalık gerildikçe gerildi. Merhumun cenaze merasimi ise, kelimenin tam anlamıyla İttihâtçılara karşı bir gövde gösterisine dönüştü. Esasında bu gelişme cuntacıların ve komitacıların istediği gibi oldu. İttihâtçılara karşı kin ve öfke damarı kabardıkça kabaran dindâr kesimlerin galeyanı, günden güne artarak devam etti. Bu galeyan ve öfke seli, nihayet 13 Nisan (31 Mart) günü son reddeye geldi ve kontrolsüz şekilde patladı. Bir yandan sivil kitleler sokaklara dökülürken, bir yandan da İstanbul’un güvenliğinden sorumlu Avcı Taburları’nda isyan hareketleri başladı. Bu arada, söz ve yazılarıyla askerlere nasihat eden Bediüzzaman Hazretleri, “31 Mart Hâdisesi’nde isyan eden sekiz taburu itaate getiren ve musîbeti yüzden bire indiren” 3 yazılar kaleme aldı. Buna rağmen, diğer taburlardaki askerler başlarındaki subayları (zabitleri) kışlaya hapsederek, onlar da sokaklara döküldüler.” 4
Çok canın yandığı ve mahiyeti tam olarak halen anlaşılamayan 31 Mart hadisesi hakkında Bediüzzaman’ın da çok önemli ve ciddî tesbitleri vardır. “Bediüzzaman’a göre bu hadise çok daha önceden planlanmıştı. Gizli mihrakların bu durumu kötüye kullanmaya çalıştıkları bir hareket olarak ortaya çıkmıştı. Çünkü bununla İslâmiyet’e saldırmak ve dindâr kişileri bertaraf etmek için uygun bir ortam hazırlanacaktı. Daha sonra görüldü ki, kurulan Askerî Sıkıyönetim Mahkemeleri’nce birçok dindâr ve önder kişiler idam edilerek ortadan kaldırılmıştı.” 5
Dipnotlar:
1- Eski Said Dönemi Eserleri (Hutuvat-ı Sitte), 2013, s. 453.
2- İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, 1972, s. 4/371.
3- Eski Said Dönemi Eserleri (Makalât), 2013, s. 100.
4- Ahirzaman Tarihi, M. Latif Salihoğlu, Cilt-II, s. 65, 66.
5- M. Askeri Küçükkaya, Bediüzzaman Said Nursî Seyahatnamesi, 2019, s. 102.