Ve evlâtlarını, o Zat-ı Rahîm-i Kerîm’in hediyeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merhamet ile onları sevmek ve muhafaza etmek, yine Hakka aittir. Ve o muhabbet ise, Cenab-ı Hakkın hesabına olduğunu gösteren alâmet ise, vefatlarında sabır ile şükürdür, me’yusâne feryat etmemektir. “Hâlık’ımın, benim nezaretime verdiği, sevimli bir mahlûku idi, bir memlûkü idi. Şimdi hikmeti iktiza etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zâhirî hissem varsa, hakikî bin hisse onun Hâlık’ına aittir. El-hükmü lillah. [Hüküm Allah’ındır. (Mü’min Suresi: 12)]” deyip, teslim olmaktır.
Hem dost ve ahbap ise, eğer onlar iman ve amel-i salih sebebiyle Cenab-ı Hakkın dostları iseler, “El-hubbu fillah” [Allah için sevmek] sırrınca, o muhabbet dahi Hakka aittir.
Hem refika-i hayatını, rahmet-i İlâhiyenin munis, latîf bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-ü suretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en câzibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-ü sîretidir. Ve en kıymettar ve en şirin cemali ise, ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir. Şu cemal-i şefkat ve hüsn-ü sîret, âhir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaife, latîfe mahlûkun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa, hüsn-ü suretin zevaliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda, bîçare, hakkını kaybeder.
Hem enbiya ve evliyayı sevmek, Cenab-ı Hakkın makbul ibadı olmak cihetiyle, Cenab-ı Hakkın namına ve hesabınadır ve o nokta-i nazardan, Ona aittir.
Hem hayatı, Cenab-ı Hakkın insana ve sana verdiği en kıymettar ve hayat-ı bâkiyeyi kazandıracak bir sermaye ve bir define ve bâkî kemâlâtın cihazatını câmi’ bir hazine cihetiyle, onu sevmek, muhafaza etmek, Cenab-ı Hakkın hizmetinde istihdam etmek, yine o muhabbet bir cihette Ma’bud’a aittir.
Hem gençliğin letafetini, güzelliğini, Cenab-ı Hakkın latîf, şirin, güzel bir nimeti nokta-i nazarından istihsan etmek, sevmek, hüsn-ü istimal etmek, şâkirâne bir nevi muhabbet-i meşruadır.
Hem baharı, Cenab-ı Hakkın nuranî esmalarının en latîf güzel nakışlarının sahifesi ve Sâni-i Hakîm’in antika sanatının en müzeyyen ve şaşaalı bir meşher-i sanatı olduğu cihetiyle, mütefekkirâne sevmek, Cenab-ı Hakkın esmasını sevmektir.
Sözler, 32. Söz, 3. Mevkıf, s. 718
LÛGATÇE:
Hâlık: yaratıcı, Allah.
hüsn-ü sîret: iç güzelliği, ahlâk güzelliği.
hüsn-ü suret: dış güzellik.
ibad: kullar.
istihsan etmek: güzel bulmak, beğenmek.
latîf: tatlı, şirin.
meşher-i sanat: sanat sergisi.
me’yusâne: ümitsizce.
munis: sevimli.
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş.
Sâni-i Hakîm: her şeyi sanatla ve hikmetle yaratan Allah.
Zat-ı Rahîm-i Kerîm: sonsuz merhamet ve ikram sahibi olan Cenab-ı Hak.