Bu defaki mektubunda, vaktim ve halim müsaade etmediği mühim bir meseleye dair cevap istiyorsun.
Kardeşim, bu sene elhamdülillâh, risaleleri yazanlar pek çoğalmış. İkinci tashih bana geliyor. Sabahtan akşama kadar sür’atli bir tarzda meşgul oluyorum; çok mühim işlerim de geri kalıyor. Ve bu vazifeyi daha azîm görüyorum. Hususan Şaban ve Ramazan’da akıldan ziyade kalp hissedardır, ruh hareket eder. Şu mesele-i azîmeyi başka vakte talik edip, ne vakit Cenab-ı Hakkın rahmetinden kalbe sünuhat gelse, tedricen size yazılır...
Birinci Nükte: “Kur’ân-ı Hakîm’in esrarı bilinmiyor; müfessirler hakikatini anlamamışlar” diye beyan olunan fikrin iki yüzü var ve onu diyen iki taifedir.
Birincisi: Ehl-i hak ve ehl-i tetkiktir. Derler ki: “Kur’ân bitmez ve tükenmez bir hazinedir. Her asır, nusus ve muhkematını teslim ve kabul ile beraber, tetimmat kabîlinden, hakaik-ı hafiyesinden dahi hissesini alır, başkasının gizli kalmış hissesine ilişmez.”
Evet, zaman geçtikçe Kur’ân-ı Hakîm’in daha ziyade hakaikı inkişaf eder demektir. Yoksa –hâşâ ve kellâ– Selef-i Salihînin beyan ettikleri hakaik-ı zâhiriye-i Kur’âniyeye şüphe getirmek değil. Çünkü onlara iman lâzımdır. Onlar nastır, kat’îdir, esastırlar, temeldirler. Kur’ân, “Arabiyyün mübîn” [(Kur’ân’ın lisanı) apaçık Arapçadır. (Nahl Suresi: 103; Şuara Suresi: 195)] fermanıyla manası vâzıh olduğunu bildirir. Baştan başa hitab-ı İlâhî o manalar üzerine döner, takviye eder, bedahet derecesine getirir. O mensus manaları kabul etmemekten –hâşâ sümme hâşâ– Cenab-ı Hakkı tekzip ve Hazret-i Risaletin fehmini tezyif etmek çıkar.
Demek, maânî-i mensûsa, müteselsilen menba-ı risaletten alınmıştır. Hatta İbni Cerir-i Taberî, bütün maânî-i Kur’ân’ı, muan’an sened ile müteselsilen menba-ı Risalete îsal etmiş ve o tarzda mühim ve büyük tefsirini yazmış.
İkinci taife: Ya akılsız bir dosttur, kaş yapayım derken göz çıkarıyor veya şeytan akıllı bir düşmandır ki ahkâm-ı İslâmiye ve hakaik-ı imaniyeye karşı gelmek istiyor. Kur’ân-ı Hakîm’in –senin tabirinle– birer polat kal’ası hükmünde olan surlu sureleri içinde yol bulmak istiyor. Böyleler –hâşâ– hakaik-ı imaniye ve Kur’âniyeye şüphe îrâs etmek için bu nevi sözleri işaa ediyorlar.
Mektubat, 29. Mektub, 1. Kısım, s. 458
LÛGATÇE:
esrar: sırlar.
hakaik-ı hafiye: gizli hakikatler.
hakaik-ı zâhiriye-i Kur’âniye: Kur’ân’ın açık hakikatleri.
îrâs etmek: sebep olmak, vermek.
maânî-i Kur’ân: Kur’ân’ın manaları.
maânî-i mensusa: ayet ve hadis ile kesin ve açık şekilde ortaya konmuş manalar.
menba-ı risalet: peygamberlik kaynağı.
mensus: nas ile sabit, ayet ve hadisle açık ve kesin biçimde ortaya konulan.
muan’an: senedli, an’aneli; nakledenlerin isim listesiyle birlikte aktarılan hadis veya haber.
muhkemat: manası açık ve belli olan Kur’ân ayetleri.
nusus: nasslar, Kur’ân-ı Kerîm’in açık ve kesin hükümleri.
talik etmek: belli bir zamana bırakmak, ertelemek.
tetimmat: tetimmeler, tamamlamalar, eklemeler.