Ekonomik ya da siyasî krizleri haklı olarak çok konuşuyoruz, ama esasında konuşulması gereken başka bir kriz var: Ahlâk ve güven krizi.
Son sözü en başta söylemek mümkün: En emin ve en güvenilir bir peygamberin, Hz. Muhammed’in (asm) ümmetinin bugün içinde bulunduğu ‘güven bunalımı/ güvenin kaybedilmiş hâli’ tek başına ‘kıyamet alameti’ değil mi?
İslâm Ansiklopedisinde ‘emîn’ açıklanırken şöyle denilmiş: “(Hz. Muhammed) Çevresinde en mert, en iyi huylu, en asil, komşuluk haklarını en iyi gözeten, en uysal, en doğru sözlü ve en güvenilir kimse olarak tanındı. Allah Teâlâ bütün bu iyi sıfatları onda bir arada topladığı için ‘Muhammedü’l-emîn’ lakabı ile meşhur oldu. Bunun bir delili, Hz. Muhammed’in gençlik yıllarına rastlayan Kâbe’nin tamiri ve Hacerülesved’in yerine konulması olayındaki rolü ve gördüğü kabuldür. Her kabilenin bu şerefli işte pay sahibi olmayı istemesi üzerine ihtilâf çıkmış, problemin çözümü ertesi gün Kâbe’nin önünde görülecek ilk şahsa bırakılmıştı. Yolu beklenen bu zatın Hz. Muhammed olduğu görülünce herkes, ‘el-Emîn geliyor’ diye memnuniyetini belirtmişti. Bu olay onun eskiden beri emîn sıfatıyla tanındığını göstermektedir. Yine İslâmiyet’ten önce, haksızlığa uğrayanların hakkını korumak üzere Mekke’de kurulan Hilfü’l-fudûl cemiyetine aktif bir üye sıfatıyla katılmıştır. İslâm’dan önce Kureyş’ten bazı kişilerin kıymetli eşyalarını Hz. Muhammed’e emanet ettikleri de bilinmektedir.” (islamansiklopedisi.org.tr)
Dikkat edilecek olursa “emin ve güvenilir” olma vasfı, peygamberlik vazifesi verilmeden önce Peygamberimiz Hz. Muhammed’e çevresinin verdiği bir sıfat. Doğruluk, dürüstlük ve ‘güvenilir olma’ya bu derece ehemmiyet veren bir ümmetin bugün içinde bulunduğu hâl; bu vasıfları akla getiriyor mu? En güvenilir olması icap eden ‘dindar ve mütedeyyin insanlar’ bile bu vasfı kaybetmiş olması çok üzücü bir durum değil mi?
Nitekim, Bulgu Araştırma firmasından araştırmacı-sosyolog ve aynı zamanda Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Danışma Kurulu Üyesi Semih Turan şu değerlendirmeyi yapmış: “Toplumda hiçbir şeye güven kalmadı. Bütün kurumları tek tek sorguluyoruz. Örneğin diyaneti de soruyoruz. Adalete, mahkemelere, yargıya, siyasi partilere güveniyor musunuz dediğimizde belki de tarihinin en dip oranında bu rakamlar. O güven o kadar sarsıldı ki insanlar artık birbirlerine güvenmiyor. Yani mahallesindeki esnafa güvenmiyor, kasaba güvenmiyor.”
Üzücü de olsa “güven”in bir şekilde kaybedildiği anlaşılıyor. O hâlde yapılacak iş belli: Güveni yeniden kazanmak için sözden ziyade “fiillerimizle İslâmı yaşama” kampanyası açılmalı. Bu noktada ilahiyatçılara ve eğitimcilere çok daha fazla vazife düşer. Ve tabiî ki Risale-i Nur Külliyatından istifade eden herkese, hepimize...