Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz (asm) ebedî âleme irtihal ettikten sonra, Sahabe-i Kiram’ın seçimiyle Hz. Ebubekir (ra) halifeliğe getirildi. Halife, aynı zamanda devlet başkanıydı.
Hz. Ebubekir’ın (ra) iki sene süren halifeliğinin ardından altmış üç yaşında vefat etmesinden sonra sırasıyla ve yine seçimle önce Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra) ve dördüncü halife olarak da Hz. Ali (ra) halife oldular. Hz. Ali’nin (ra) altı seneye yakın süren halifeliğinden sonra şehit edilmesini müteakip, yerine yine seçimle Hz. Hasan (ra) halife oldu. Ancak, Şam valisi Hz. Muaviye de halifeliğini ilan etti. Yirmi sene boyunca Şam’da valilik yapan Hz. Muaviye (ra) düzenli bir ordu kurmuştu. Yeryüzünde iki halife olamayacağı için, teşkil ettiği kuvvetli ordusuyla Medine’ye yaklaştı. Hz. Hasan (ra) da ordusuyla onu karşıladı. Fakat, sadece bir dünya iktidarı kavgası için Müslümanların kanı dökülmesin diye, Hz. Hasan (ra) yapılan bir anlaşma ile halifelikten feragat etti. Böylece, kardeş kanı dökülmesi önlenmiş oldu. Peygamber Efendimizin (asm) de bir müjdesi gerçekleşmiş oldu.
Hz. Muaviye’den (ra) sonra halifelik babadan oğula geçen bir saltanata dönüştü. Emevîler, Abbasîler ve Memlükler dönemleri hep böyle geçti. 1517 Ridaniye Meydan Muharebesi’ni kazanan Yavuz Sultan Selim Han, mukaddes emanetler ile birlikte halifeliği de İstanbul’a getirdi ve Osmanlı sultanları içinde ilk halife oldu. Böylece, halifelik Osmanlı padişahlarında devam etti. Son halife de, son Osmanlı padişahı olan Sultan Vahdeddin ile sona erdi. Çünkü, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, mecliste çıkardığı bir kanun ile 03 Mart 1924 tarihinde halifeliği ilga ederek kaldırdı. Ancak, halifelik “Meclisin şahs-ı manevîsinde münderiçtir.” diyerek, manevî olarak halifeliğin devam ettiğini de kabul etmiş oldu.
Osmanlı devleti zamanında saltanatı sadaret yani Başbakanlık, halifeliği de Meşihat denilen Diyanet İşleri temsil ediyor ve birinci temsil yetkisi de Şeyhü’l-İslâm’da idi. Osmanlı padişahları, yaptıkları icraatlar için mutlaka Şeyhü’l-İslâm’dan fetva alırlardı. Kırk altı yıl gibi en uzun padişahlık dönemini yaşamış olan Kanunî Sultan Süleyman, vefat ettiği zaman vasiyeti olarak bir meşin torbanın da kabrine konulmasını istemiş, baktıkları zaman kırk altı sene boyunca yaptığı faaliyetlerin, Şeyhü’l-İslâm Zembilli Ali tarafından verilen fetvaların tamamı olduğu görülünce Zembilli Ali Efendi ağlamaya başlamış. Niçin ağladığı sorulunca “Hey koca padişah! Sen kendini kurtardın, ama bu fetvaları veren ben nasıl kurtulacağım, diye ona ağlıyorum.” demiş. Tabiî o meşin torba da, inancımıza aykırı olduğu için kabrine konulmamış.
Asırlar boyunca, yukarıda anlatıldığı gibi uygulanarak gelen halifelik meselesi, bundan sonra tek padişaha uygun tek Şeyhü’l-İslâmlık yerine, elbette değişen şartlara göre yeni statü kazanması icap eder. Bu meseleye açıklık getiren Bediüzzaman Hazretleri çok önemli bir tespitte bulunmuştur: “Bundan sonra, bizzarure [mecburiyetle], hilâfeti [halifeliği] temsil eden, Meşihat-ı İslâmiye ve diyanet dairesi hem âlî, hem Mukaddes, hem ayrı, hem nezzâre [nezaret eden] olacaktır. Şimdi hâkim, şahıs değil, efkâr-ı amme olduğu için, onun nev’inden şahs-ı manevî bir fetva emini ister. İşte şu hâkimin fetva emini, Meşihatta [Diyanet İşleri Başkanlığında] mezahib-i erbaadan kırk elli ulema-i muhakkik [büyük âlim] bir meclis-i mebusan-ı ilmiye [ilim meclisi] teşkiliyle şahs-ı manevîleri, öteki şahs-ı manevîye [parlamentoya] fetva eminlik edecektir. Yoksa, hâkim ve müftü bir cinsten olmazsa, birbirinin lisanını anlamazlar. Zira şahs-ı vahid [tek şahıs], şahs-ı manevîyi kandıramaz ve tenvir edemez [aydınlatamaz].1
Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, bundan sonra bir tek kişi çıkıp halifelik yapmayacak ve bu vazife meclis adına bir heyet tarafından icra edilecektir. Bazı şahısların veya grupların halifelik iddiasıyla ortaya çıkmasının hiçbir anlamı ve geçerliliği yoktur. Her şeyi ve her meseleyi doğru okumak ve doğru yorumlamak lâzımdır. Halifelik meselesi de bunlardan biridir. Başka türlü yorum ve izahlar ise, İslâm dünyası için bir fitne ve bir kargaşa vesilesidir. Buna çok dikkat edilmeli ve fitnelere fırsat verilmemelidir.
Dipnot:
1- ESDE, Münazarat, s. 189.