Yüz ölçümü on bin beş yüz kilometrekare olan Lübnan devletinin başşehri Beyrut’tur. Resmî dili Arapçadır.
Lübnan’ın tarihi Milâttan önce üç bin yılına kadar dayanır. Milâttan sonra altmış dört yılından itibaren uzun asırlar boyunca Roma ve Bizans imparatorluklarının idaresi altında kaldı.
Hz. Halid bin Velid kumandası altındaki İslâm ordusu, Milattan sonra altı yüz otuz yılında, iki yüz kırk bin kişilik Bizans ordusuyla yaptığı Yermük Savaşı’nda, kırk altı bin kişilik İslâm ordusu kendisinden kat kat kalabalık olan Bizans ordusunu yendi. İmparator Herakliyus’un mağlûp olması sonucu, Lübnan, Ürdün, Suriye ve Filistin toprakları Müslümanların hâkimiyeti altına girdi.
Lübnan toprakları ticaret yollarının merkezi konumunda olduğundan tarih boyunca Emevîler, Abbasîler, Selçuklular, Memlükler, Fatımîler ve nihayet Yavuz Sultan Selim’in Suriye ve Mısır seferleriyle 1516 yılında Osmanlı devletine geçti. Dört yüz yıl boyunca Osmanlı idaresinde kaldı. Bu kadar uzun zamanlar içinde Lübnan ve Orta Doğu insanları huzurla hayatlarını yaşadılar. Müslüman, Hıristiyan ve Yahudîler komşu olarak birbirlerini kabul ettiler. Bunların hepsi inançlarını ve ibadetlerini hiçbir korku hissetmeden yerine getirdiler. Osmanlı devleti, Müslüman olmayanların dahi her türlü haklarının koruyucusu oldu.
Lübnan devletinde, Müslümanların yanı sıra Dürzîler, Marunîler, ve İsmailîler yaşamaktadır. Osmanlı devletinin 1. Dünya Savaşı’nda mağlûp sayılması ile birlikte, 1918 yılı Ekim ayı başında İngiliz ve Fransızlar tarafından işgal edilen Lübnan,1920 Nisan ayında Fransa’nın mandasına verildi. Ve nihayet 23 Mayıs 1926 yılında anayasa kabul edilerek, Lübnan Cumhuriyeti ilân edildi.
Lübnan devletinin idaresi, cumhurbaşkanı Hıristiyan ve başbakan Müslüman olacak şekilde sistem kurulmuş. Çok garip, ama durum bu. Dinine ve mezhebine göre devlet idaresinin taksim edilmesi pek görünen bir şey değil. Ayrıca güçlü bir ordusu olmadığı gibi hava savunma sistemleri de bulunmuyor. Savunmasını Hizbullah denilen İran’a bağlı bir örgüte havale etmiş gibi. Onu da mahvettiler.
İşte, Lübnan devletinin bu zayıf ve savunmasız durumundan istifade eden Siyonist İsrail devleti, aylarca havadan yaptığı bombardımanlarla, Beyrut dahil nice şehirlerini harabeye çevirdi. Zaten, ekonomisi çökmüş olan Lübnan’ı daha da perişan hale getirdi. Lübnan topraklarının güney kısmını da işgal etti. Etrafındaki devletlerin topraklarını sürekli işgal eden Siyonist İsrail devletini durduracak tek güç İslâm birliği görünüyor.
Ancak İslâm birliği kuruluncaya kadar, bölge devletleri kendi aralarında ittifaklar kurabilmelidir. Lübnan başbakanının, Suriye ve Türkiye ile yaptığı görüşmeler ümit vericidir. Bu ziyaretleri ve görüşmeleri, stratejik iş ve güç birliğine dönüştürmek, bu devletler için dışarından gelecek saldırıları püskürtmeye vesile olacaktır.
Evet, her türlü hücumları ve ekonomik zorlukları aşmanın yolu ittifaklardan geçiyor. Üçlü veya beşli yapılacak böyle ittifaklar, en nihayet İslâm birliğini sonuç verecektir. Bütün problemleri birlikte çözmenin tek yolu da “İslâm birliği”dir.
Yalnız başına olan ve hiçbir ittifaka dahil olmayan Orta Doğu Müslüman devletleri, en kısa zamanda ve mutlaka bu birliği kurmalı ve her türlü saldırılardan kendilerini kurtarmalıdır. Başka bir çareleri de yoktur.