"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

ÇANAKKALE RUHUNA MUHTACIZ

18 Mart 2025, Salı 15:30
ZAFERİN 110. YILINDA, VATAN VE MUKADDESATI UĞRUNA AYNI DAVA VE İNANÇLA GÖĞSÜNÜ SİPER EDEN ŞEHİTLERİMİZİ RAHMETLE YÂD EDİYORUZ.

Çanakkale’den daha büyük savaş

Seyhan Şentürk - İstanbul

KANLA YAZILMIŞ BİR KAHRAMANLIK DESTANI

Çanakkale Zaferi’nin 110. yıldönümünde, Çanakkale’yi vahşete ve işgale karşı geçilmez kılan ortak inanç ve ruha, her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Çanakkale Savaşı, milletimizin düşmana karşı imanla, cesaretle ve şehitlerin kanıyla kazandığı şanlı zaferlerdendir. Tarihin altın sayfalarına ibret-i âlem için kanla yazılmış bir kahramanlık destanıdır.

MİLLET TOPYEKÜN CEPHEYE KOŞTU

Çanakkale Savaşı, düşman için “geçilmez” olduğu gibi, milletimiz için de unutulmaz dersler, hatıralar, kahramanlık numuneleri bırakmıştır. 1915 Çanakkale’de Osmanlının eğitim kurumlarında yetişmiş münevver insanlar, asteğmen rütbesiyle savaşa katılmışlardır. Bütün okullar tatil olmuş, eli silâh tutan gençler cepheye koşmuşlardı. Mukaddes değerler uğruna gencecik fidanlar, şahadet mertebesine yükseldiler.

***

ÇANAKKALE RUHUNA MUHTACIZ

Çanakkale Zaferi’nin 110. yıldönümünde, Çanakkale’yi vahşet ve işgale karşı geçilmez kılan ortak inanç ve ruha, her zamankinden fazla ihtiyacımız var.

Anadolu başta olmak üzere, İslâm coğrafyasının hemen her köşesinden gelen milyonların Çanakkale’yi zulme, işgale karşı geçilmez kılan o ortak inanç ve ruha, her zamankinden fazla ihtiyacımız olduğu belirtiliyor. 

Zaferin 110. yılı

18 Mart Şehitleri Anma ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 110. yılı, Türkiye’nin dört bir yanında düzenlenen faaliyetleri anılıyor. Programlarda Çanakkale’yi geçilmez yapan ruh anlatılarak şehitlere duâ ediliyor.

Şehitlerin kanıyla kazanıldı

Çanakkale Savaşı, milletimizin zalimlere karşı imanla, cesaretle ve şehitlerin kanıyla kazandığı şanlı zaferlerdendir. Tarihin altın sayfalarına ibret-i âlem için kanla yazılmış bir kahramanlık destanıdır. Bir milletin her türlü imkânsızlıklara rağmen canı pahasına kin ve intikamla gelen zırhlı düşman donanmalarını nasıl perişan ettiğinin belgesidir.

En modern donanmalarla, silâhlarla, mühimmatla toplanmış gelmiş azgın düşman orduları, Çanakkale’de Mehmetçiğin iman dolu göğsüne çarparak bozguna uğramıştır. Çanakkale, dini, vatanı, bayrağı uğruna “ölürsem şehidim, kalırsam gaziyim.” inancıyla ölüme koşarak giden memleket evlâtlarının, yedi düvele karşı “Geçilmez” olduğunu ispatladığı yerdir.

MİLLET TOPYEKÜN CEPHEYE KOŞTU

İstiklâl şairimiz Mehmet Akif’in “Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı dünyada eşi?/ En kesif orduların yükleniyor dördü beşi” mısralarında dile getirdiği gibi, ordumuzun, dünyada eşi benzeri görülmeyen çetin şartlarda Çanakkale savunmasında gösterdiği kahramanlık hatıraları, dillere destan olmuştur.

Kibirli İtilâf zalimleri, Çanakkale’de “Hasta adam” dedikleri milletimizden unutamayacakları bir ders alıp gitmişlerdir.

Çanakkale Savaşı, düşman için “geçilmez” olduğu gibi, milletimiz için de unutulmaz dersler, hatıralar, kahramanlık numuneleri bırakmıştır. 1915 Çanakkale’de Osmanlının eğitim kurumlarında yetişmiş münevver insanlar, asteğmen rütbesiyle savaşa katılmışlardı. Bütün okullar tatil olmuş, eli silâh tutan gençler cepheye koşmuşlardı. Mukaddes değerler uğruna gencecik fidanlar, şahadet mertebesine yükseldiler.

***

Çanakkale Şehitlerine 

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde-gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı’

Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

 

Eski Dünya, yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.

Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,

Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:

Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...

Medeniyyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz.

Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,

Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

 

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?

Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;

Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedi serhaddi;

‘O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme’ dedi.

Asım’ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.

 

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i...

Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?

‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...

Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.

‘Bu, taşındır’ diyerek Kâbe’yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;

Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,

Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...

Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;

Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

 

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

MEHMET AKİF ERSOY

Okunma Sayısı: 497
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı