Evet, ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat, Kur’ân-ı Hakîm’in “Her nefis ölümü tadıcıdır. (Âl-i İmran Suresi: 185)”, “Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler. (Zümer Suresi: 30)” gibi ayetlerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler. Onlar farazî ve hayalî bir surette
kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip, düşüne düşüne, nefs-i emmare o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup, uzun emellerinden bir derece vazgeçer. Bu rabıtanın fevâidi pek çoktur. Hadiste “Eksirû zikra hêdimi’l-lezzât” (ev kemâ kàl) yani, “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz” diye bu rabıtayı ders veriyor.
Fakat mesleğimiz tarikat olmadığı, belki hakikat olduğu için bu rabıtayı ehl-i tarikat gibi farazî ve hayalî suretinde yapmaya mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikate uygun gelmiyor. Belki akıbeti düşünmek suretinde, müstakbeli zaman-ı hâzıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hâzırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlâs-ı etemme yol açar.
İkinci sebep, iman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve marifet-i Sânii netice veren masnuattaki tefekkür-ü imanîden gelen lemaat ile bir nevi huzur kazanıp, Hâlık-ı Rahîm’in hâzır, nâzır olduğunu düşünüp, Ondan başkasının teveccühünü aramayarak, huzurunda başkalarına bakmak, medet aramak o huzurun edebine muhalif olduğunu düşünmekle o riyadan kurtulup ihlâsı kazanır.
Her ne ise, bunda çok derecat, meratib var. Herkes kendi hissesine göre ne kadar istifade edebilse o kadar kârdır. Risale-i Nur’da riyadan kurtaracak, ihlâsı kazandıracak çok hakaik zikredildiğinden, ona havale edip burada kısa kesiyoruz.
Lem’alar, 21. Lem’a, s. 278-79
LÛGATÇE:
fevâid: faydalar.
Hâlık-ı Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi yaratıcı, Allah.
hâzır: her yerde ve makamda bulunan.
ihlâs-ı etem: tam ve mükemmel ihlâs.
iman-ı tahkikî: iman esaslarına, araştırarak ve bilerek tam inanma.
lemaat: lem’alar, parıltılar.
marifet-i Sâni’: bütün kâinatı tam bir hüner ve sanatla vücuda getiren sanatkârın, Cenab-ı Hakkın tanınması.
masnuat: sanatla yapılmış şeyler; tüm varlıklar.
meratib: mertebeler.
mevt: ölüm.
nâzır: nezaret eden, bakan.
rabıta: bağ.
rabıta-i mevt: ölümü düşünmek.
sülûk: nefsi düzeltmek ve vuslata ermek amacıyla tasavvuf yoluna girme, bu yolun gerektirdiği şartları, edep ve rükünleri yerine getirmeye başlama.
tevehhüm-ü ebediyet: fani dünyada ebedî yaşayacağını, sonsuza kadar kalacağını zannetmek.
tûl-i emel: sonu gelmez arzu, tükenmez hırs, tamah.
zaman-ı hâzır: şimdiki zaman.