Tarihçe-i Hayat’taki Önsöz’de Üstad’ımızı belagat bakımından çok yüksek bir şekilde tarif eden “Bir ıslahatçının, mahiyet ve hakikatini en güzel gösteren miyar” diye başlayan cümle ve sonrasında 28. Mektup ’ta “ lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz.
İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim” cümleleri makam ciheti ile bana hep ulvi gelmiş ve düşündürmüştür. Üstad’ımızın makamı Tarihçe-i Hayatı ile belli iken, kendisi bu makamı setretmiş ve makamdan güç almayı hep reddetmiştir. Savcılar, hâkimler ve tahribat komitesi defalarca her fırsatta Said tesirlidir, Said nüfuzludur, Said kuvvetlidir dedikçe üstad’ımız, “Hayır eserler tesirlidir, Risale-i Nur kuvvetlidir” demiştir.
Davasına başladığı ilk gün ile son gün arasında nasıl ki nefs-i emmaresi adına bir pay ve kazanım yoksa, kuru çubuk hükmündeki bahsettiği şahsiyeti adına da dünyevî lezzet ve zevk olarak bulunduğu makamdan lezzet almamıştır. Bu açıdan bakıldığında kendisini çekirdek ve meyve değil de, kuru çubuk hükmünde bırakması, içinde bulunduğu makama güç vermektir. Zira dünyada hiçbir eser sahibinin yapmayacağı ve yapamayacağı bir hakikati, ahirzamandaki herkesin dikkati ve idrakine sunarak yapmış, herhangi bir dava içinde olanlara makam ve mevki peşine düşülmemesi gerektiğini hayatı ile göstermiştir. Bugün bizler kendimizi bir dava içinde düşündüğümüzde makamdan güç alarak işlerimizi yürütüp, yeri geldiğinde haksızlık ve hukuksuzluk yaptığımızda ”Aman canım, işler yürüsün, makama bir şey olmasın” kaçamağını nefsimize kabul ettirmişiz. Yükseldikçe takavvus edip eğilmek gerekirken aksine büyüme ve makamdan güç alma derdine düşmüşüz. Söz, konuşma ve davranışlarımızda kamet-i kıymetimizden ziyade görünme gayreti asıl makam sahibini unutmaktan kaynaklanmaktadır.
Bugün 26. Mektub’taki “...Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın” düsturu eğer tekebbürle ya da makamdan güç alarak yapıldığında aksi tesir etmektedir. Ya da “Bu dava benim, bu makam benim” ısrarı, nefsin hissesi karışıp uygulandığında, aynen kitabın kapağını tutup bağıran fakat kitabın içinden bîhaber olan kişinin konumuna sokmaktadır bizleri. Çünkü buradaki “Hissedip sahip çıksın” sözü, kitabı sadece kapağından tutup “Bu eser benim, benim” diye tekrar eden bir tutî kuşu gibi değil, mahiyetini ve hakikatlerini benimseyerek hayatına uygulayanların, nefsine kabul ettirenlerin makamıdır. Çünkü hakikat nefsi düzeltir, hakikat törpüler, hakikat onarır. Bu minvalde hangi makam ’da olursak olalım hangi yetkiler verilirse verilsin, yetkiyi kullanırken Hz. Ali’nin kılıcını kullandığı hassasiyette olmamız gerekmektedir. Yüzüne tükürdü diye nefsi karıştırmak yerine “Acaba neden tükürdü?” diye duraklamak gerekir. Velev ki 99 doğru 1 hatalı ’da olsak. Nefis sahiplerine duyurulur.
Rabbim bizleri Risale-i Nur’u kendi malı gibi bilip sahiplenirken ve davaya hizmet ederken ona zarar verenlerden eylemesin.
Selam ve dua İle…