Hubb-u câhtan gelen şöhretperestlik saikasıyla ve şan ve şeref perdesi altında teveccüh-ü ammeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celb etmekle enaniyeti okşamak ve nefs-i emmareye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi, “şirk-i hafî” tabir edilen riyakârlığa, hodfüruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler.
Ey kardeşlerim! Kur’ân-ı Hakîm’in hizmetindeki mesleğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve uhuvvetin sırrı, şahsiyetini kardeşler içinde fânî edip (HÂŞİYE) onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek olduğundan, mabeynimizde bu nevi hubb-u câhtan gelen rekabet tesir etmemek gerektir. Çünkü mesleğimize bütün bütün münafidir. Madem kardeşlerin şerefi umumiyetle her ferde ait olabilir; o büyük şeref-i manevîyi şahsî, hodfüruşâne, rekabetkârâne, cüz’î bir şerefe ve şöhrete feda etmek, Risale-i Nur şakirdlerinden yüz derece uzak olduğu ümidindeyim.
Evet, Risale-i Nur Şakirdlerinin kalbi, aklı, ruhu böyle aşağı, zararlı, süflî şeylere tenezzül etmez. Fakat herkeste nefs-i emmare bulunur. Bazı da hissiyat-ı nefsiye damarlara ilişir, bir derece hükmünü kalp, akıl ve ruhun rağmına olarak icra eder. Sizlerin kalp ve ruh ve aklınızı ittiham etmem. Risale-i Nur’un verdiği tesire binaen itimad ediyorum. Fakat nefis ve heva ve his ve vehim bazen aldatıyorlar. Onun için bazen şiddetli ikaz olunuyorsunuz. Bu şiddet, nefis ve heva ve his ve vehme bakıyor; ihtiyatlı davranınız.
Evet, eğer mesleğimiz şeyhlik olsaydı, makam bir olurdu veyahut mahdud makamlar bulunurdu. O makama müteaddit istidadlar namzet olurdu. Gıptakârâne bir hodgâmlık olabilirdi. Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvvetteki makam geniştir; gıptakârâne müzahemeye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur, hizmetini tekmil eder. Pederâne, mürşidâne mesleklerdeki gıptakârâne hırs-ı sevap ve ulüvv-ü himmet cihetiyle çok zararlı ve hatarlı neticeler vücuda geldiğine delil, ehl-i tarikatin o kadar mühim ve azîm kemalâtları ve menfaatleri içindeki ihtilâfatın ve rekabetin verdiği vahim neticelerdir ki, onların o azîm, kudsî kuvvetleri bid’a rüzgârlarına karşı dayanamıyor.
ÜÇÜNCÜ MÂNİ: Korku ve tama’dır. Bu mâni diğer bir kısım mânilerle beraber Hücumat-ı Sitte’de tamamıyla izah edildiğinden, ona havale edip, Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’den bütün Esma-i Hüsnasını şefaatçi yapıp niyaz ediyoruz ki, bizleri ihlâs-ı tamme muvaffak eylesin. Âmin.
“Allah’ım, İhlâs Suresinin hakkı için bizi ihlâs sahibi olan ve Senin ihlâsa eriştirdiğin kullarından eyle, âmin.”
HÂŞİYE: Evet, bahtiyar odur ki, kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritendir.
Lem’alar, 21. Lem’a, s. 281
LÛGATÇE:
hodfüruşluk: kendini beğendirmeye çalışmak.
hodgâmlık: sadece kendini düşünmek, bencillik.
hubb-u câh: makam, mevki sevgisi.
kevser-i Kur’ânî: Kur’ân’ın kevseri; Cennet pınarı (mecaz).
şirk-i hafî: gizli şirk.
tama’: hırs, aç gözlülük.
teveccüh-ü amme: herkesin ilgisi ve sevgisi.