Dini kendi heveslerine uydurma meraklılarının son marifeti, başı açık kadınları erkeklerle aynı safta Cuma namazı kıldırmak.
Aynı şeyi daha önce cenaze namazında denemişlerdi, şimdi sıra Cuma’ya gelmiş olmalı.
Hatırlanacağı gibi, benzer görüntüler geçen yıl Amerika’da da yaşanmış, hattâ kadınlı-erkekli cemaate bir kadın namaz kıldırmıştı.
Bizdeki gruptan da bir kadının, gittikleri caminin imamından bu yönde talepte bulunduğu, ama red cevabı aldığı ifade edilmekte.
Acaba bu grup Amerika’dakilerden ilham alarak mı bu işe kalkıştı, yoksa grubun lideri sıfatıyla medyada arz-ı endam eden şahsın söylediği gibi, “Atatürkçü yaklaşımın sonucu” olarak mı bu “namaz gösterisi” tezgâhlandı, bilemiyoruz.
Her ikisi de mümkün.
Ama ikinci şıkkın, yani “Atatürkçü yaklaşım”ın daha belirleyici bir etken olması ihtimali güçlü. Nitekim grup lideri “Yobazlardan Türkiye’yi ancak bizim gibiler kurtarır” iddiasında.
Gerçi medyada her zamanki gibi fazlasıyla abartılan bu uçuk girişimin çok fazla üzerinde durmaya da değmez. Çünkü hiçbir ciddiyeti olmadığı gibi başarılı olma şansı da yok.
İslâmın on dört asırlık tarihi boyunca dinin esaslarını dejenere etme girişimleri hiç eksik olmamış, ama hiçbiri de muvaffak olamamış.
Zira bu esasların muhafazası, herşeyden önce dinin hakikî Sahibinin teminatında. Ve Onun rızası yolunda kılı kırk yaran bir titizlik ve cehdle hizmet eden ulema ve müçtehidlerin ümmete mal olan gayretleri, yozlaştırma girişimleri önünde aşılmaz bir set oluşturmuş.
Dolayısıyla, şu anda gündeme getirilen ve bundan sonra da farklı şekillerde yine getirilecek olan söz konusu girişimlerin bu sete takılacağından asla şüphe duymamak gerekir.
Ama bu gerçek, hakkın savunucularını kesinlikle bir rehavete de götürmemeli. Ne kadar uçuk, fantezi ve gayriciddî olursa olsun, dini bozma yönündeki her girişim mutlaka cevabını ve karşılığını bulmalı, reddedilmeli.
Bu durum, Atatürkçü güruhun “namazı ifsad çıkartması”yla eşzamanlı ve irtibatlı olarak gündeme getirilen “İslâm Protestanlığı veya Kalvinizmi” iddiaları için de fazlasıyla geçerli.
Söz konusu iddia aylar önce Avrupa’daki bir araştırma kuruluşunun, ABD kaynaklarına da dayanarak hazırladığı raporda yer almış; Türk ekonomisinde “Anadolu sermayesi”nin gelişim süreci ile bu sürecin fikrî ve sosyal dinamikleri yorumlanırken, Hıristiyanlıktaki Kalvinist hareketin kapitalizmin gelişmesindeki önemli rolüne atıf yapılarak aradaki benzerliklere dikkat çekilmiş ve hattâ raporun başlığı da “Müslüman Kalvinistler” olarak atılmıştı.
Bu raporla ilgili haberler yine aylar önce Türk basınına yansıdığı halde Hürriyet gazetesinin konuyu fark etmesi hayli gecikmeli oldu.
Bu bir zühul eseri miydi, yoksa bir zamanlama stratejisinin mi sonucuydu, bilmiyoruz..
Ama dünkü sayısında raporun geniş bir özetini yayınlayıp, internet sitesine tam metnini koyan Hürriyet’te, Ertuğrul Özkök’ün rapordan ve özellikle Hakan Yavuz’un rapora temel oluşturan iddialarından hareketle yaptığı yorumlar çok ciddî “saptırma”lar içeriyor.
Elbette ki, Yavuz’un “Nur hareketini ve toplumsal etkisini doğru dürüst anlamadan, Türkiye’deki İslâmî kimlik hareketinin barışçıl ve kademeli ilerleme dinamiği anlaşılamaz” şeklindeki tesbiti son derece doğru ve isabetli.
Ancak bu doğru tesbitten yola çıkarak Said Nursî’yi “İslâm Kalvinizminin fikir öncüsü” ve sayıları 5-6 milyon olarak tahmin edilen Nurcuları “İslâmî Kalvinistler” şeklinde sıfatlandırmak da o derece ciddî bir yanlış ve saptırma.
Evet, Bediüzzaman’ın “teşebbüs-ü şahsî”ye ve “maddeten terakkî”ye vurgu yapan beyanları var. Ama bunlardan hareketle onu “Müslüman kapitalizmi”nin öncüsü olarak göstermek olacak şey değil. O, kalkınmayı da i’lâ-yı kelimetullah bağlamında bir zorunluluk olarak gören, zekâtın ve faiz yasağının altını çizen, “dünyevîleşme tuzağı”na ısrarla dikkat çekerken “dünyayı kesben değil, kalben terk etmek” gereğini vurgulayan bir İslâm âlimi.
Onun, Kur’ân’a dayalı özgün dünya görüşü bağlamındaki sözlerini karanlık küresel projelere dolgu malzemesi yapma tuzağına dikkat!
27.01.2006
E-Posta:
[email protected]
|