Nur’dan katreler
Evrâd-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend
Bugünlerde rahatsızlık için Evrad-ı Bahaiyeyi ezber değil, kitaba bakarak okudum. Ahirinde ihtitam-ı Bahaiye olan hatimesini bilemediğimden, eskiden beri okumuyordum. Haydi, bir defa bunu da okuyayım dedim. Gördüm ki, bir sayfada ve uzun altı buçuk satırında, on dokuz defa nur, nur, nur kelimeleri... Kat’î kanaatım geldi ki, Şah-ı Nakşibend, Gavs-ı Azam gibi Risâle-i Nur’u ve kudsî hizmetini keşfen müşahede edip tahsinkârâne haber vererek ona işaretler ediyor. Ben de, yalnız o altı satırı ve baştaki satırı ve ahirdeki satırı ile otuz senelik Bahaiye virdime, o meleklerin, Nurların intişarına muavenetleri niyetiyle, ilhak eyledim.
Emirdağ Lâhikası, s. 152
***
Kardeşlerim, merak etmeyiniz, Cevşen ve Evrad-ı Bahaiye bu defa dahi o dehşetli zehrin tehlikesine galebe etti. Tehlike devresi geçti, fakat hastalık devam ediyor.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua edip şüphesiz makbul olan duâlarını isterim. Ve İnebolu’da ve civarında hem çok hanımların, hem küçük yavrularının Risâle-i Nur’u yazmaya başlamalarını ve Kur’ân dersini çok masumların almasını bütün ruh u canımla tebrik ederiz.
Duânıza muhtaç kardeşiniz Said Nursi
Emirdağ Lâhikası, s. 123
***
Hamisen: Münafık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar, fakat maatteessüf, asabımda ve sinirlerimde ve hassasiyetimde, o zulümden öyle şiddetli bir tesir, bir heyecan, bir teellüm, bir teneffür gelmiş ki, en samîmî dostumu ve tam sadık bir kardeşimi bir saat yanımda tahammül edemiyorum, ruhum kaldırmıyor.
Emirdağ Lâhikası, s. 129
Lûgatçe:
Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend: Şah-ı Nakşibend’in mânâ âleminde Peygamber Efendimiz’den (asm) ders aldığı kudsî virdleri, duâları.
muavenet: Yardım.
tahsinkârâne: Beğenerek, güzel görerek.
teneffür: Nefret etme.
|
27.01.2006
|
|
Büyük Cevşen’in bölümleri
—Dünden devam—
Üçüncü bölümde, Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinin (ks) tanzim ettiği Evrâd-ı Kudsiye bulunmaktadır. Bu evrâdın yüz hâsiyeti ve faydası bulunduğunu belirten Bediüzzaman Hazretleri, Şâh-ı Nakşibend’in bu duâyı, Peygamberimizden (asm) mânâ âleminde ders aldığını belirtmektedir. Bu evrâdın büyük bir kısmı âyet ve hadislerdeki duâlardan meydana gelmiştir.
Dördüncü bölüm, en mükemmel ve en câmi salavatların bulunduğu Delâili’n-Nur’dur. Peygamberimize (asm) salâvat getirmeyi emreden şu hadisler bu bölümün ehemmiyetini de ortaya koymaktadır: “Kıyâmet gününde benim şefaatıma en çok lâyık olanlar, bana en çok salâvat getirenlerdir.” (Tirmizî, Salât: 352) “Asıl cimri o kimsedir ki, yanında benim adım anıldığı halde, bana salâvat getirmez.” (Tirmizî, Daavât: 101) “Kim bana bir defa salâvat getirse, Allah ona on misli rahmetini ihsan eder.” (Ebû Dâvud, Vitr: 26)
Beşinci bölümde, Hazret-i Osman’ın (ra) tanzim ettiği Münâcâtü’l-Kur’ân bulunmaktadır. Bu evraddaki duâ cümleleri, doğrudan doğruya âyetteki ifadelerden alınmıştır. Bedîüzzaman bunun hakkında, “Bu münâcât aynen Cevşen ve Celcelutiye gibi gayet kudsîdir. Ve âyetlerin sarîh lâfızlarını alması cihetiyle onlardan daha yüksektir” demektedir.
Altıncı bölüm, Tahmidiye’den meydana gelmektedir. Allah’ın ihsan ettiği nimetler için çok geniş ve küllî hamdleri içine alan bu evradın, pek çok maddî ve mânevî hastalığa da şifa olduğu belirtilmektedir.
Yedinci bölümdeki Hülâsatü’l-Hülâsa, Allah’ın varlığına ve birliğine, kâinatın ve içindeki mevcûdâtın şehâdetini ihtivâ etmektedir. Âyetü’l-Kübrâ Risâlesinin özeti hükmünde olan bu bölüm hakkında Bedîüzzaman, “Ara sıra bazı vakitte okunsa güzel olur, imana kuvvet verir” demektedir.
Bu evradların maddî istifade niyetiyle okunması doğru değildir. Çünkü, bunlar bir duâdır. Duâ bir ibâdet olduğu içindir ki, karşılığında hiçbir dünyevî menfaat beklenilmez. Zira diğer ibadetlerde olduğu gibi, duânın da neticesi, meyvesi uhrevîdir, âhirette verilir. Zaten duânın kabul edilme şartlarından biri de onun sadece ibâdet maksadıyla yapılmasıdır. Bediüzzaman Hazretleri, Lem’âlar isimli eserinde kulluğun Allah’ın emir ve rızasına baktığını, faydasının âhirette görüleceğini ifâde eder. Gaye olmamak ve maksat yapılmamak şartıyla istenilmeden verilen dünyaya âit faydaların ibâdete zarar vermeyeceğini, belki zayıflar için bir şevk unsuru olacağını belirtir. Sonra da sözlerine şöyle devam eder:
“Eğer o dünyaya âit fâideler ve menfaatlar o ubudiyete; o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa; o ubûdiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli virdi akim (neticesiz) bırakır. İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve fâidesi bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendiyi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü’l-Kebîr’i o fâidelerin bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek (bizzat o fâideleri kazanma niyetiyle) okuyorlar. O fâideleri göremiyorlar, göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o fâideler, o evradların illeti olamaz ve ondan onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir sûrette (Cenâb-ı Hakkın bir ihsanı olarak), o hâlis virde talepsiz terettüb eder. Onları niyet etse ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubûdiyetten çıkar ve kıymetten düşer. Yalnız bu kadar var ki; böyle hâsiyetli evradı okumak için, zayıf insanlar bir müşevvik ve müreccihe (teşvik edici ve tercih edilmeye sebep olan birşeye) muhtaçtırlar. O fâideleri düşünüp şevke gelip; evradı sırf rızâ-i ilâhî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından; çoklar aktabdan ve selef-i sâlihinden mervî (rivâyet edilen) fâideleri görmediklerinden şüpheye düşer, hatta inkâr da eder.” (Lem’âlar, s. 122)
(Büyük Cevşen ve Türkçe Açıklaması Hizb-ü Envâri’l-Hakâikı’n-Nûriye, Takdim, s. 11-14)
—Devam edecek—
|
27.01.2006
|