Karın beyaz yüzü memleketi baştan başa kaplarken, soğuk simasının arkasında binlerce güzellik ve hikmet saklıdır.
Cenâb-ı Hakkın kâinatta icra ettiği pek çok faaliyet gibi kar da, bizim ruhumuzun aynasında meşgalemiz, duygularımız ve hayallerimiz adedince farklı şekillere girer. Meselâ dışarıda, yolda kaldıysanız, o nazenin ve lâtif kar tanelerinin milyonlarcasının bir araya gelerek nasıl yolları kestiğini ve rüzgâra binerek kırbaç gibi yüzünüzde şakladığını hissedersiniz. Pamuk gibi yumuşak kar tanelerinin şiddetinden, taş ve demir gibi sert ve şiddetli evlere ve arabalara sığınmaya çalışırsınız. Bu kadar zıtları bir araya getirmek, Âlemlerin Rabbine mahsustur. Taş gibi en sert ve ağır maddeler Cenâb-ı Hakkın emriyle bize boyun eğer. Onun en yumuşak ve nazenin askerlerinden olan kar ve soğuk gibi hafif ve lâtif şeyler ise dünyayı bize dar edebilir. Hafifi böyle ise, Cenâb-ı Hak şiddetlisinden bizleri muhafaza eylesin.
Diyelim ki sığınacak bir yer buldunuz, dünyanın bin türlü hâli vardır; bazen hazırlığınız olmaz, bazen de imkânınız; bir çıranın ateşine veya bir bardak çayın sıcaklığına muhtaç kalabilirsiniz. O vakit elle tutulmaz gözle görülmez soğuk, kale gibi sert taşı deler geçer, iliklerinize kadar işler.
Aslında bu geçiş izafidir. Gerçekte gelip içimize işleyen soğuk değil, iliklerimizden çıkıp giden, taşları delip geçen, kaçıp giden; hayatımızın kimyası, vücudumuzun hararetidir. Kendini güçlü kudretli sanan insan, gerçekte bir odun parçasının ateşine ve bir kâse çorbanın sıcaklığına muhtaçtır. Akıp giden zamanı durduramadığınız gibi etrafımıza kaleler de inşa etsek içimizdeki ateş geçip gider; dünyaya gelişimizden bu yana yanmaya devam eden kor parçasının da bir ömrü vardır ve yavaş yavaş soğur. En sonunda kar beyazı, beyaz kefen, soğuk ve ıssız siyah toprak son kıyafet ve son sığınak olur. Hayat her ne kadar siyah beyaz bir renkle son bulur ise de, gerçekte netice itibariyle bu kadar acı değildir. Yeryüzünün beyaz kefeni olan kar, baharda nasıl kalkıp bitkilerin yeniden yaratılışına yer verecekse, insan da kefeni yırtıp rengârenk çiçekler misali haşir baharında kalkacaktır.
Eğer iyi bir kıyafet ile, üşüdüğünüzde dönecek kadar evinizin hemen yakınlarında, diz boyu karlar içinde gezinti için dolaşıyorsanız; kar tanelerini ve kar yığınlarını, sanki yukarıdaki rahmet hazinelerinden taşan mücevherler veya yolunuza atılmış güller gibi hisseder; Cenâb-ı Hakkın rahmetini elinizle, ayağınızla, kalb ve ruhunuzla hissedersiniz.
Kar bir yönüyle, kışta vefat eden bitkilerin beyaz kefene bürünmesi şekliyle bir son bulma ise de, diğer yönüyle de bir devamlılığı ifade eder. Yağmur gibi muazzam bir rahmet de gelir geçer, yer altı hazinelerinde saklanır. Kar ise öyle mi? Semadan inerken yavaş inişiyle, kendisine müekkel meleğe daha fazla vazife lezzetini tattırırken kendisi de Rabbini, yağmur tanelerinden daha fazla zikredecek bir ömre sahip olur. Yere düştüğünde de rahmeti fark ettirmek için göz alabildiğince halı misali uzanan rahmet sayfası günlerce nazarlara arz-ı endam eder.
Ya da gürül gürül yanan bir sobayı arkanıza alıp veya kalorifere dayanarak pencereden karın yağışını seyrediyorsanız; o lâtif ve nazenin kar tanelerinin bir tüy misali uçarken milyonlarcasının fırtınaya rağmen birbirine dokunmadan uçuşarak yere konmalarıyla, kılı kırk yaran bir mizan ve adalet sahibi yaratıcının icraatını görmek için iyi bir fırsata sahipsiniz demektir. Başınızı kaldırarak daha dikkatli bakıp, daha yukarıları görmeye çalışırsanız, izafî olarak onların inişleri sizin semaya çıkışınız hissini verir. Tıpkı yolda arabayla giderken ağaçların geri gitmesi gibi.
İnsan, fıtratının gereği olarak her zaman daha yukarıları, kaynağına çıkmayı, en azından manen yükselmeyi ve anlamayı arzular. Uçak, kilometrelerce sahayı kaplayan kar kütleleri ve yağmurlara kaynaklık eden bulutların arasından yükselirken, sanki yokmuş gibi engelsiz geçer. Yerde çığ ve sel olan kütleler yukarda sanki bir sırdır. Gerçekten bu kar taneleri hangi hazineden gelir? Gerçek kaynağı nerededir? Rahmet hazinelerinin sahibi bizden nasıl bir karşılık ister? Evet, yağan karı birkaç pencereden seyretmeye çalıştık. Gerçekte hayat, içinde bulunduğumuz iyi ya da kötü her türlü hâle rağmen farklı pencerelerden bakabilmek ve onları farklı aynalarda değerlendirerek eşyanın hakikatını görmeye çalışıp, ibret almak ve şükretmekle mânâ kazanabilir.
27.01.2006
E-Posta:
[email protected]
|