Teeddüp ederek zikrediyorum: Son sıralarda Müslüman Protestanlar veya Müslüman Kalvinistler’den bahsediliyor. Böyle bir değerlendirme veya tesbit hakikata tekabül ediyor mu, yoksa etmiyor mu? Çoktandır, Cüneyt Ülsever ve benzerleri biraz da bizim camianın şöyle veya böyle çanak tutmasıyla birlikte Protestan İslâm’dan veya Kalvinist Müslümanlardan bahsetmeye başladı. Hatta bazı yazılarında Cüneyt Ülsever, Bediüzzaman ile protestan ahlâkı ile kapitalizmin gelişmesi arasında bağ kuran Max Weber arasında münasebet tesis etmişti. Weber protestanların disiplinli, tasarrufçu ve çalışkan ahlâkî yapılarının gittikleri yerde kapitalizmin gelişmesine hizmet ettiğini ileri sürmüştür.
Aslında bu tesbitler kapitalizmin gelişmesi hususunda son söz ve değerlendirmeler değildir. Daha ziyade afakî değerlendirmelerdir. Bazıları kapitalizmin gelişmesinde Protestanlıktan ziyade göçlerin etkili olduğunu vurgulamaktadır. Özellikle kapitalizmin geliştiği yerler sadece Protestanların olduğu değil genelde göç ettiği yerler olarak ortaya çıkıyor. İkincisi kimi farklı kapitalizm tarihçilerine göre kapitalizmin gelişmesinin arkasında Protestanlık değil, aksine dört elle dünyaya sarılan gözü açık Yahudiler vardır. Ticaretin adem-i merkeziyetçileri onlardır. Ayrıca Weber’in tezi, vaktiyle Katolik olan Cenova ve Venedik gibi kapitalist şehirlerin nasıl olup da Katolik olduklarını da açıklayamıyor. Muhteşem nazariyeyi bu küçük ayrıntılar berbat ediyorlar. Dolayısıyla çalışkanlık, kollektivizm, disiplin ve hareketin olduğu her yerde, meşrebe veya mezhebe bağlı olmaksızın gelişme olacaktır. Gelişme için iç ve dış dengelerin biraraya gelmesi gerekir. Elbette kalkınmanın en önemli dinamiklerinden birisi ahlâktır. Ahlâkın olmadığı yerde güven, güvenin olmadığı yerde kollektif işbirliği ve sermaye hareketleri yaşanmaz. Ticarette en temel husus güvendir. Güven de genel ifadesiyle ahlâka yani dürüstlüğe bağlıdır.
***
Arthur Lewis gibi bazı kalkınma teorisyenleri bazı dinî davranış kalıp ve biçimlerinin ekonomik büyümeyle daha fazla uyumlu olduğu görüşünü savunuyor. Elbette doğru. Zahidane ve rindane bir hayat biçimiyle kalkınma arasında doğrudan bağlantı kurmak abestir. Ama ahlâktan kopuk aşırı dünyevileşme de kalkınmanın motoru değildir. Fazla teşebbüs teşebbüsü, fazla dünyevileşme dünyayı öldürür. Bazen atın ölümü fazla arpadan olur. Tüketim çılgınlığı palyatif olarak kalkınmayı tetiklese bile sürekliliğini sağlayamaz. Bugün dünyanın en fazla kalkınan toplumları arasında bir lokma bir hırka felsefesinin egemen olduğu Hind toplumu vardır. Bu, Weber’in tezinin reddiyesidir. Keza komünist eksenli Çin’in de kalkınma devi haline gelmesi dinî veya kapitalist anlayışla izah edilemez. Dolayısıyla Kayseri ölçekli olarak bir İslâm kalvinizminden bahsetmek manipülatif ve spekülatiftir. Kesinlikle gerçeklerle alâkası yoktur. İslâmî Protestanlık Kayseri’de var da niye Konya’da yok?
Hürriyet’in yorumunda Niyazi Berkes’in Tanzimat’ın bir yansıması olan nakaratına yer veriliyor: “İslâm mani-i terakkidir ve kalkınmaya engeldir.” Batılılar da büyük çapta bu tesbite katılıyorlarmış. Kayserili ise tam tersine kalkınmada model şahsiyet olarak Hazreti Peygamber’i görüyormuş. Elbetteki İslâmda ticaret ve sanayinin teşviki var. Ancak kesbin mahalli kalp olmayıp el olacak. İşte asıl tehlike burada yatmaktadır. Dünya için dünyayı kazanma anlayışı veya kesbin kalbi istilâ etmesi Müslümanın kapitale esir düşmesini beraberinde getirir. Oysa ki Müslüman kapitali esir eden insandır. Kalbin mahalli ahirettir. Bu mânâda Ertuğrul Özkök Müslüman Kalvinizmin merkezine Bediüzzaman’ı yerleştirerek isabet edememiştir. Hakan Yavuz, İslâmî reformu ve kalvinistleşmeyi Bediüzzaman’ın başlattığını ileri sürüyormuş. Bu hakikata tecenni etmekten başka nedir ki?
***
Risâlelerde en büyük vurgu ahiret hayatı değil midir? Dünya hayatı cam şişelere benzetilirken ahiret elmasa benzetilmiyor mu? Hakan Yavuz’dan sözü alan Ertuğrul Özkök Türkiye’de 5-6 milyon Nurcu yani 5-6 milyon Müslüman Kalvinist olduğunu ileri sürüyor... ‘Türkiye’nin Calvin’ i kim?’ sorusunun altında da gizli ve saklanan zamir galiba Bediüzzaman!
Gerçekten de dünyanın geldiği noktada dünyalıların yaşadıkları bütün alanları tüketim adına tahrip eden ve kurutan kapitalizme ihtiyacı var mıdır? Aksine, günümüzün en acil gündemi kapitalizmden kurtulmak değil midir? Sonra biz kalkınmada neden Kalvin’i model alalım ki? Kalvin Kilise’ye baş kaldırdığında çevresinden korkmasaydı Müslüman olacaktı! O kadar değişimini bile Müslümanlara borçludur. Sihliğin kurucusu Baba Nak gibi. Farzı muhal, Kalvin’den etkilendiğimizi söylesek bile o halde bu şu ifadenin kapsamına girer: “Bidaatuna ruddet ileyna/ Malımız geri döndü veya değerimiz bize geri döndü...” Üstelik böyle bir durum da yok.
İlla bize kalkınmada bir model lâzımsa Ahilik ne güne duruyor? Üzücü olan nokta şu: Bir zamanlar görüşmekten köşe bucak kaçtıkları Hakan Yavuz gibi isimlerin zamanla bu camiaya rehber ve hatta ötesinde öncü/teorisyen haline gelmesidir. Bunda kusur onun değil bizimdir. Kompleksle malûl bir şekilde bağrımıza bastık ve ona rehber olacağımıza onu kendimize rehber ettik! Halbuki kendisinin Müslüman olup olmaması bir tarafa bir dine inanıp inanmadığını bile bilmiyoruz. Ama din ve dinler hakkında ahkâm kesiyor. Fethi Yeken’in dediği gibi bizim saha serbest saha (müstebah saha). Gelen geçenin gol attığı bomboş bir saha. Biz Hakan Yavuz veya Cüneyt Ülsever gibilerinin konu mankeni veya model deneği veya kobayı mıyız? Buna da sadece teessüf edilir.
27.01.2006
E-Posta:
[email protected]
|