Kurulduğu günden bu tarafa bir türlü tam bir gündem hakimiyetini başaramayan AKP iktidarının, dördüncü yılına bir “kuşatılmışlık psikolojisi” ve “Önümüzü kesmek için düğmeye basıldı” kuşkusuyla girdiği mâlûm.
Aslında bu kuşatma yeni değil. 2002-4 Kasım sabahından itibaren gerçekleşen bir vâkıa.
Türkiye’deki darbe ürünü sistem seçilmiş iktidarların önüne zaten bir dizi barikat koyuyor. Bunlara, AKP kurucu kadrolarının eski siyasî çizgilerinden kaynaklanan önyargı ve kuşkular da eklenince, söz konusu kuşatma çok daha sıkı ve bunaltıcı bir şekle büründü.
AKP’nin üç seneyi aşkın iktidarında, büyük ümitlerle kendisine oy vermiş kitlelerin hassas konulardaki talep ve beklentilerine cevap verememesi, bu kuşatmanın bir neticesi.
Başörtüsü, imam hatip, meslek liseleri gibi konulardaki çözümler bu yüzden sürekli belirsiz vadelere ertelenirken, “Zaten söz vermemiştik” söylemleriyle de konu başka yerlere çekiliyor.
Ama bu hususların gündeme getirilmesi ve her defasında barikatlara takılıp geri çekilmesi, tuhaf bir şekilde iktidara “prim” yaptırıyor.
“Çözmek istiyor, ama engelleniyorlar” görüntüsü, mağdur kitlelerin gözünde AKP’yi mazur gösteriyor. Hadiseye böyle bakılınca, AKP’nin gerek çıkış noktasında ve temel zihniyetindeki yanlışlar, gerekse strateji hataları görmezlikten geliniyor ve iş kaynayıp gidiyor.
Ancak son dönemlerdeki gelişmeler farklı.
Hükümet artık kendisi için mayınlı ve yasaklı ilân edilenler dışındaki diğer alanlarda da yoğun bir şekilde eleştirilmeye başlandı.
İşte ard arda gelen örneklerden bazıları:
Kuş gribinde evvelâ zamanında ve yeterli tedbir almamakla suçlanan hükümet, şimdi vahşi katliamlara dönüştürülen toplu itlâflarla işin ölçüsünü iyice kaçırmakla eleştiriliyor.
Köy tavukçuluğu ve kümes hayvancılığı yok edilmek istenirken büyük üreticilerin kayırıldığı; gerek itlâflarda, gerek sağlık hizmetlerinde fukaranın gözardı, ihmal ve mağdur edildiği yönündeki eleştiriler de cabası.
Ukrayna’daki doğalgaz kriziyle gündeme gelen endişelerin, İran doğalgazındaki kısıntı ve bu yüzden bazı sanayi tesislerine verilen gazın kesilmesi ile teyidi, bir başka problem.
Orhan Pamuk dâvâsı ve Ağca’nın erken tahliyesi gibi yargı kaynaklı sıkıntılar, gecikmeli de olsa hükümetin attığı adımlarla atlatıldıysa da, Şemdinli olaylarıyla ilgili olarak açılan ilk dâvânın ilk duruşmasında, tutuklu yargılanan askerî görevlinin tahliyesi, “Olay kapatılmak mı isteniyor?” sualini akla getirdi.
Van Rektörünün aylarca içeride tutulduktan sonra tahliyesi de tutuklama kararının isabetine gölge düşürürken, dâvâ sürecinin fiyasko ile neticeleneceği kuşkularını kuvvetlendirdi.
Van’daki gidişat, sıradaki Samsun ve Malatya rektörleriyle ilgili soruşturmaların seyri hakkında da fikir veriyor. Kurulan Meclis komisyonlarının hazırlık, donanım ve strateji açısından sergilediği boşluk ve zaaflar, zihinlerdeki tereddüt ve istifhamları güçlendiriyor.
OMÜ Komisyonu Başkanının, üniversiteye yapılan garnizon ziyareti için yaptığı değerlendirme de oluşan tabloyu iyice perçinliyor.
Genel havanın hükümetin aleyhine geliştiği bir ortamda Futbol Federasyonu seçiminin, olaya fazlasıyla müdahil olan hükümetin rağmına sonuçlanması ise, hem yeni ve yıpratıcı bir darbe oluşturuyor, hem de TESK başta olmak üzere, yönetiminin yenilenmesi şart olan diğer federasyon seçimlerini riske sokuyor.
Son anketlerle farklı boyutlar kazanan erken seçim tartışmalarına giderek sertleşen öfkeli söylemlerle tepki vermesi, hükümetin soğukkanlılığını kaybettiğini de düşündürüyor.
Böyle olunca, olur olmaz her yerde tekrarlanan “Erken seçim merken seçim yok, böyle biline” nutuklarının ardı arkası gelmezken, konulan her “son nokta”yı bir yenisi izliyor.
Bu hengâmede, çoktandır unutulmuş görünen AB meselesinde Başbakanın AB büyükelçilerini toplayıp “Reformlarda yavaşlama yok” demesi kesinlikle inandırıcı olamıyor.
Gerçek durum, Ali Babacan’ın AB’yi anlattığı 16 dakikalık Meclis konuşmasını 550 vekilden sadece 71’inin dinlemesiyle görülüyor.
İktidarın rehaveti Meclise böyle yansıyor.
25.01.2006
E-Posta:
[email protected]
|