Herşeyin müsbet ve menfisi vardır. İnkâr ve direk küfür dışında, herşeyin esasa vasıta olabileceği meşru-makul-müsbet çizgide kâinatı kuşatacak bir bakışa sahibiz. Derede boğulmanın zamanı geçti. Hakikatin ummanına akacak beşeriyet hafızasını, derelerden denizlere ve okyanuslara doğru zekâ tarlalarının rehberliğinde İslâmiyete yakınlaştırmanın arefesindeyiz.
Beşeriyet neden hep yanlışın peşinde gitsin ki? Neden “savaş çeteleri”nin kamuoyunu yanıltması ile oyalansın ki? Bu nereye kadar gider? İnsaniyetin “Dur” diyecek sesi yükselmeyecek mi? Hak dini arayanlara ve dindeki hakkı göstermemizi isteyenlere karşı sorumluluğumuz yok mu? Neden bu dünya “Herkese terakki dünyası olsun da, bize tedenni dünyası olsun?” Neden kendimize haksızlık etmeyi ve güvensizlik aşılayıp, “Bu milletle olmaz” psikolojisiyle komplekse girip ya tepkili, ya da kabullenici bir ifrat/tefrit ikileminde bölünmüşlük vakaları yaşıyoruz?
Ciddî bir medeniyetin mirasıyız. Kavşak bir noktadayız. İmparatorluğun sonuçlarıyız. Tahsisli, sınırlandırılmış ve kotarılmış fırsatçılığın, mukaddesatla çatışan inançsızlığı ile karşı karşıyayız. Buna mukabil, mevcut sistemlerin de reddedildiği fıtrat buluşmalarının eşiğindeyiz.
Şüphesiz her meselenin görünüşü aynı gibi olsa da, yorumlanışı nazar ve niyete göre değişir. Zaten bizi mesul eden öncelikle niyetlerimizdir. Biz gerçekten iyi şeyler istiyorsak, iyileri nazara verelim. Kimden ve nereden olursa olsun. Biz gerçekten müsbet düşünüyorsak, menfi delilleri ve menfi nazarların gözlemlerini ve icraatlarını müspetin önüne koymalıyız. Endişe bulutları içinde sadece sloganla geçinen sonuç ifadeleri ile konuları meçhulleştirmek, aydın geleneğimizin şüpheci, kuşkucu ve kendinden emin olmayan psikolojisinin yansımasıdır.
Meselâ kuş gribinde, kanatlı kuşlarda bulaşıcı hastalık geçer hükmünün yanına, Kurban Bayramını şüpheye boğma basiretsizliği ile “Kurbanlıklarda da bulaşıcı olmaz mı” genellemesi ile kafa karıştırmak, doğru bir sorgulama ve bilgiye ulaşma metodu değildir. Su-i niyettir.
Hadiselerin kimyasını okumak için, İslâmın genel hükmü ve Risalenin bakış açısı ile çok günlük, şahsî ve lokal baza indirmeden esas zeminin tahkimine yarayacak projeksiyonlar tutmak ve buna bağlı olarak perspektiflerimizi belirlemek daha sağlıklı olacaktır.
Projeksiyonu ve perspektifi olmayan bir yaklaşımın, proje üretme ve uygulama disiplini sistemli olmayacağı gibi, bir başkası için inandırıcı referans değeri de taşımaz. Çünkü kabul edilmiş ortak akıl havzasından ve müzakereye dayalı kurumsal bir yapının fikrî çerçevesi yerine şahsî, indî ve mülâhaza hanesi tasavvurunun ve kuşatılmış duygu ve fıtratının daralmış kabından beslenmektedir. Başkasının istifade edeceği ve akışkanlığı ile helâl olan bir kaynak tanımı yetersiz olmaktadır.
Bu anlamda mânâ esastır, masadak olan akıl, hikmet, mânânın ruhunu zorlaştırıcı ve tevile boğucu berkenar hikmet-i hususiyelerden uzak olmalıdır. Masadak, mânânın neferidir. Belirleyicisi değildir. Masadak, ruh-u aslinin mânâsına uygunsa, kabul edilir. Mânânın kuvveti, fıtratların farklılık içinde masadak olmalarına yer verdiği ve bünyesinde İslâmiyet suyu ile işba ettiği müddetçe, vesile esasa hizmet etmiş olur.
Bizzat hüsn olan yaratılışın yanında, sonuçları itibariyle hüsn olanın farkı, biri bizzat anlaşılır, biri de meyveleri ile değerlendirilir. Peşin hükmün yanılgısı ve su-i fehmin nazarı, hikmet ağacındaki ham meyvelerin acısını tadıp, sonra da “Bunlar acıdır” mugalatasına insanı götürür. Felsefî akımların zahirperest aklı, hassasiyetten beslenmediği için dinden uzakken, dinî hassasiyeti muhakeme ile barıştırmayanlar da muhasebeden uzaklaşmaktadırlar.
Efkâr-ı ammenin, kamuoyunun vicdanî sesi, umumî müsbetin ortaklık ölçüsü ve bloklaşan insanların müsbeti ile her zaman ve zeminde beraber olma şuuru, akl-ı selim ve meşruiyet yolunda bizi muvaffakiyete götürür.
Müsbet olan herşeyi okuyabilmek, hüsn-ü zan etmek, meşru ve makul zemininde yaşatmak, müsbeti taçlandırmaktır. Böylece müsbet hareket, faaliyetlerimizin yörüngesine oturur.
25.01.2006
E-Posta:
[email protected]
|