|
|
Bir kıssa bin hisse
Hazret-i Ali'nin cömertliği
Hazret-i Ali (ra) hurma bahçesinde akşama kadar çalışmış, akşam da devesinin üzerine bir çuval hurma yükleyerek evinin yolunu tutmuştu.
Devenin yuları yardımcısı Kamber’in elinde idi. Kendisi de önde gidiyordu.
Medine’nin içine girdiklerinde yolun kenarından bir ses geldi. Yoksulun biri elini açmış sızlanıyordu:
“Ne olur Allah rızası için bir yardım!” diyordu.
Sesi duyan Hazreti Ali (ra), arkadan deveyi çekip gelen Kamber’e sordu:
“Kamber! Ne istiyor bu yoksul?”
Kamber:“Hurma istiyor Efendim!” dedi.
Hazret-i Ali (ra): “Ver öyleyse!” dedi.
Kamber:“Hurma çuvalda Efendim!” diye cevapladı.
Hazret-i Ali (ra):“Çuvalla ver öyle ise!” diye emretti.
Kamber:“Çuval devenin üzerinde efendim!” dedi.
Hazret-i Ali (ra):“Deveyle ver öyle ise!” diye gürledi.
Emri derhal yerine getiren Kamber, diyor ki:
“Devenin ipi de benim elimde demekten korktum ve hurma çuvalını deveyle birlikte yoksula verdim. Az kalsın, beni de yoksula vermekte tereddüt etmeyecekti.”
|
25.01.2006
|
|
Nur’dan katreler
Cevşen’in büyük sevabının sırrı
Aziz, sıddîk kardeşlerim,
Bir biçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur duâ-i Nebevî olan Cevşenü’l-Kebir hakkında ve akıl haricindeki sevap ve fazîletine dair bir hadîsi görmüş, şüpheye düşmüş. Demiş:
“Râvî, Ehl-i Beytin imamlarındandır. Halbuki hadsiz bir mübalağa görünüyor. Meselâ içinde der: Bu duâya Kur’ân kadar sevap verilir. Hem göklerdeki büyük melâikeler, o duâ sahibini gördükçe kürsilerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet ederler. Bu ise, aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez” diye, Risâle-i Nur’dan imdad istedi. Ben de Kur’ân’dan ve Cevşen’den ve Nur’lardan gayet kat’î ve tam akıl ve hikmete mutâbık bir cevap verdim. Size gayet kısa bir icmâlini beyan ediyorum. Şöyle ki, ona dedim:
Evvelâ: Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında on adet “usûl” var, böyle şüpheleri esasıyla keser, izale eder. Ona bak, cevabını al.
Sâniyen: Hergün bütün ümmet kadar hasenat ona işlenen ve bütün ümmetin saadetlerine yardım eden ve İsm-i Azamın mazharı ve kâinatın çekirdek-i aslîsi, hem en mükemmel ve cami meyvesi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalatü Vesselâm, o duânın kendi hakkında o azim mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrail Aleyhisselâmdan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş. Demek o pek fevkalâde ve acip sevap, zat-ı Ahmediyenin (asm) velâyet-i kübrasından ona gelmiş. Küllî, umumî değil, belki o duânın mahiyetinde böyle harika bir kıymet var ve ism-i Azam mazharı olan zatın tebâiyetiyle başkalara dahi o sevap mümkündür; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kâfi gelmez. Yoksa muvazene-i ahkâmı bozar, farzlara ilişir.
Sâlisen: O duâ, nasıl ki zat-ı Ahmediyeye baktığı vakit mübalağadan münezzeh ve ayn-ı hakikat oluyor. Öyle de, o duâdaki yüzer Esma-i Hüsnânın hakikatlerine baktığı zaman, değil mübalağa, belki onların nihayetsiz tecellîlerinden gelmesi mümkün ve gelebilen feyizlerin nihayetsizliğini göstermek için pek az bir kısmını Muhbir-i Sadık (asm) haber vermiş ve teşvik için müphem ve mutlak bırakmış. Sonra, mürûr-u zamanla, o kaziye-i mümkine ve mutlaka, bilfiil vâki ve külliye telâkki edilmiş.
Râbian: Yirminci Lem’â-i İhlâsda, bir adama beş yüz senelik bir genişlikte bir Cennet verilmesine dair olan bir hâşiye var. Ona da bak, gör ki, o koca Cennetin verilmesi, bilmediğimiz tarzda bir malikiyet değil, belki insan nasıl hususî hanesine çok cihetlerle maliktir, sahiptir; öyle de, zemin yüzündeki şeylere çok duygularıyla bir nevî maliktir, tasarruf ve istifade edebilir. Hem, koca dünyayı, benim hanemdir, bana vermiş ve güneş lambamdır diyebilir.
Demek bazı fevkalhad, harika ve akıl haricindeki bir kısım sevaplar, bu mezkur hakikate bakar.
Hem İslâmiyette her sevabın, her fazilet-i a’malin en evvel mazharı ve bizlerin bir duâda bir zerre sevabımızda, o duâda bir dağ kadar sevap ve feyzi kazanan zat-ı Ahmediye (asm), hususî virdler ve duâlar ve şeriat ve risâlet cihetiyle değil, belki velâyet-i Ahmediye noktasında ve umumî olmayan derslerinde, kendine verilen en yüksek mertebeyi beyan eder. Kendine tam tebâiyet eden has varislerini, o noktalara teşvik eder.
“Gerçek ilim Allah katındadır. Gaybı Allahtan başka kimse bilemez” dedim. O vesvese edip şüphelere düşen adam, lillahilhamd, kurtuldu, tam kanaati geldi. Belki sizin bazılarınıza faydası var diye size de gönderdim.
Umumunuza binler selâm...
(Emirdağ Lâhikası, s. 142-143)
|
25.01.2006
|
|
‘Zırhını çıkar ve bu duâyı oku!’
Duâ, zikir ve salâvatın Müslümanın hayatında çok mühim bir yeri vardır. Duâ, kulluğun özü, ibâdetin beyni, mü’minin silâhıdır. Mü’minin her zaman başvuracağı bir güç kaynağıdır. Duânın bu öneminden dolayıdır ki, Cenâb-ı Hak, kullarını duâya dâvet eder ve yapılacak duâları cevapsız bırakmayacağını bildirir. Bu İlâhî dâvetlerden ikisi şu meâldedir:
“Bana duâ edin, size cevap vereyim.” (Mü’min: 60.)
“O, îman eden ve güzel işler yapanların duâlarına cevap verir.” (Şûrâ: 26.)
Bir başka âyet de, “Duânız olmasa, Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?” meâlindedir. (Furkan: 77.)
Allah’ı çok zikretmek hususunda da bir çok âyet ve hadis vardır. Cuma Sûresinin 10. âyetinde meâlen, “Allah’ı çokça zikredin ki, kurtuluşa eresiniz” diye buyuran Rabbimiz, bir başka âyette ise, meâlen şöyle buyurur: “Beni zikredin ki, Ben de sizi rahmetimle anayım.” (Bakara: 152)
İşte en güzel duâların ve zikirlerin bulunduğu “Hizb-ü Envâri’l-Hakâikı’n-Nûriye” isimli eser, Rabbimizin emrettiği zikir ve duânın mükemmel bir şekilde gerçekleşmesi için en büyük bir vesîledir.
Bediüzzaman Hazretlerinin, “Mecmuatü’l-Ahzab”dan ve Risâle-i Nur’daki hakîkatlerden derlediği bu eserde yedi bölüm bulunmaktadır.
Birinci bölümde, okunması çok sevaplı ve faziletli olan sûreler ve namazdan sonra okunan aşırlar bulunmaktadır. Kur’ân’ın en faziletli sûrelerinden olan Yâsin, Fetih, Rahmân, Mülk ve Nebe’nin bulunduğu bu bölümde ayrıca Lâ yestevî ve Âmenerrasûlü aşırları da vardır. Bir çok hadîs-i şerifte bu sûrelerin ve aşırların faziletlerinden bahsedilmiştir.
İkinci bölümde, Peygamberimizin (asm) en büyük duâsı olan Cevşen bulunmaktadır. Bu büyük duânın Peygamberimize (asm) verilişini anlatan şu hâdise, aynı zamanda ehemmiyetini de ortaya koymaktadır:
Peygamberimiz zırhını giymiş Uhud Dağına gidiyordu. Hava çok soğuktu. Bir ara başını kaldırıp gökyüzüne baktı ve Allah’a duâ etti. Birden açılmış gök kapılarından Cebrâil’i (as) gördü. Hz. Cebrâil nurlara bürünmüştü. Resûlullaha, “Cenâb-ı Haktan sana selâm, tahiyye ve ikram getirdim” dedi. Peygamberimiz (asm) selâmını aldıktan sonra Cebrâil (as) getirdiği duâyı takdim etti ve şöyle dedi:
“Üzerinden zırhını çıkar ve bu duâyı oku. Bu duâyı üzerinde taşır ve okursan zırhtan daha büyük tesiri vardır.”
Her an ve her fırsatta ümmetini düşünen Peygamberimiz (asm), “Bu duânın tesiri sadece bana mı mahsus, yoksa ümmetime de şâmil mi?” diye sordu. Cebrâil (as) şu müjdeyi verdi:
“Yâ Resûlallah, bu duâ Cenâb-ı Allah’ın sana ve ümmetine bir hediyesidir. Bunun sevabını Allah’tan başka kimse takdir edemez.” (Ahmed Ziyâeddin Efendi, Mecmuatü’l-Ahzab)
Bu duâ, kelime mânâsı “büyük zırh” olan Cevşen’di. Peygamberimizin (asm) binler duâ ve münâcâtından benzersiz bir duâ olan ve çok geniş hakikatları içine alan Cevşen, doğrudan doğruya Allah tarafından Peygamberimize (asm) vahyedilmiş, geniş ve şümullü bir duâdır. Cenâb-ı Hakkın bin bir isimlerini içine alır. İsim ve sıfatlarıyla Rabbimizi bize târif eder. Bu duâda Cenâb-ı Hakkın isimleriyle insan, kâinat ve âhiret arasında mükemmel bir irtibat kurulur.
–Devam edecek–
|
25.01.2006
|
|
|
<%
Public Function VeriAl(strGelen)
Set objVeriAl = Server.CreateObject("Microsoft.XMLHTTP" )
objVeriAl.Open "GET" , strGelen, FALSE
objVeriAl.sEnd
VeriAl = objVeriAl.Responsetext
SET objVeriAl = Nothing
End Function
strAdres = "http://www.tcmb.gov.tr/kurlar/today.html"
strVeri = VeriAL(strAdres)
iDolar=InStr(strVeri,"USD" )
strDolarAlis=Mid(strVeri,iDolar+39,10)
strDolarSatis=Mid(strVeri,iDolar+52,10)
iEuro=InStr(strVeri,"EUR" )
strEuroAlis=Mid(strVeri,iEuro+39,11) 'alis
strEuroSatis=Mid(strVeri,iEuro+52,11) 'satis
%>
|
Para Piyasaları |
Alış |
Satış |
Dolar |
1.34530 |
1.35505 |
Euro |
1.61275 |
1.62484 |
<%=strdolarsatis%>
<%=streurosatis%>
|