Şöyle bir tatile çıktınız.
Binlerce kilometre yaptınız. Sayısız nimetlere nail oldunuz. Nice kazalardan, belâlardan korundunuz. Ve yuvanıza sağ selâmet döndünüz. Ohh ne güzel! Peki eve dönünce ne oldu? Bütün bu nimetlendirilmeyi nereye bağladık? Kime, nasıl teşekkür ettik? Ettik mi?! Yoksa pek çok kaza-belâları, ‘şöyle bir manevra yaptım’ deyip sebeplere mi takıverdik. Binlerce kilometreyi, ‘zaten ehliyetim vardı’ya mı bağlayıverdik. Nail olduğumuz pek çok nimetleri; ‘paramız vardı aldık, yedik, içtik’ ile mi geçiştirdik. Şuralara-buralara gitmeyi, uğramayı, almayı, vermeyi sahip olduğumuz imkânlara mı takıverdik. Peki ya uğramadığımız kazaları, belâları; boğazımızda kalmayan yiyecek, içecekleri nasıl yorumladık? Alıp verdiğimiz her bir nefes Rabbimizin rahmet ve merhamet hazinesinden iken, bu kadar işin içinde olan bir kudreti ne kadar düşündük? O’na ne kadar ve nasıl teşekkür ettik? Ettik mi? Sebepleri görürken, sebepleri yaratanı görmemek insana yakışır mı? Düşünen bir insan için bütün bunları görmemek nankörlük olmaz mı?
Görmek, işitmek, yemek, içmek, hissetmek ve bunların farkında olup, lezzet almak o nimetlerden daha önemli bir nimettir. Sadece ‘farkındalık’ ve ‘hissetmek’ nimeti için bile binlerce şükür gerekmez mi? Gez, toz; ye, iç; eğlen, keyiflen ve bütün bu nimetlerde Veren’i görme, düşünme, O’nun rızasını gözetme; hiç olur mu? Böyle bir varlık insan ismine lâyık mıdır?
Kulluk, farkındalıktır. Var edilişimizden, geri dönüşümümüze kadar her dem gözetildiğimizi hissetmek ve Veren’e layıkıyla ‘teşekkür etmek’ tam bir kulluktur. Gün içinde başımıza gelebilecek sayısız belâlardan korunup, sağ salim evimize döndürülmüşsek; koruyup gözetenin nazik dâvetine icabet edip, O’na fiilen teşekkür etmek kulluğa yakışan bir hal olmaz mı?
Hasılı, nimeti görüp nimet vereni görmemek ve O’na lâyıkıyla teşekkür etmemek nankörlük olur. Unutmayalım ki, nankörler de sevilmez.