Büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hayatı boyunca takip ettiği müteaddit büyük maksatlarından birisi de, İslâm devletlerinin birlik içinde bir blok oluşturmaları idi.
Bu hakikate o kadar çok ehemmiyet veriyordu ki, bu fikrini “Bu zamanda en büyük farz vazife ittihad- ı İslâm’dır.” diye ifade ediyordu.
Bir asra yakın uzun ve bereketli ömrünü, kendi tabiriyle Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said olarak üç devreye ayıran Bediüzzaman Hazretleri, Eski Said döneminde siyasetle de meşgul olmuş fakat Yeni Said döneminde ise, siyaset âleminden alâkasını tamamen kesmiş ve bütün mesaisini iman ve Kur’ân hakikatlerinin ispat ve izahına teksif etmiştir.
Eski Said döneminde siyaset noktasında muktesit bir meslek takip eden Bediüzzaman, hayatının hiçbir döneminde dini siyasete alet etmemiş, bilakis siyaseti mümkün olduğu kadar dine dost ve hizmetkâr etme yolunu seçmiştir. Çünkü o; nasıl ki gökteki güneş, yeryüzündeki cam parçalarına alet ve tâbi olmazsa, güneş misal hakâik-ı imaniye ve Kur’an’iye [iman ve Kur’an hakikatleri), yeryüzündeki cam parçası gibi değersiz dünya siyasetlerine alet ve tâbi edilemez, diyordu. Fakat, Cumhuriyet döneminde çıkarıldığı dört büyük mahkemede sürekli dini siyasete alet etmekle suçlanmış, ancak savcılar tarafından yapılan bu suçlamalar, kanunlar çerçevesinde ispatlanamadığı için hep berat almıştır.
Bediüzzaman Hazretlerinin iman ve Kur’ân hizmeti esnasında takip ettiği, çoğu yalancılık olan günü birlik çirkin siyaset değil, yüksek İslâm siyasetiydi. “Âlem-i İslam’a vurulan darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum.” diyen bu kahraman-ı İslâm, Müslümanların birlik olamayışlarının bedellerini çok ağır ödemesinden ziyadesiyle ızdırap duyuyordu. Buna yegâne çare olarak da, mutlaka bir gün İslâm Birliğinin kurulması olarak görüyor ve her fırsatta ülkeyi yönetenlere bu hakikati ihtar ediyordu.
24 Şubat 1955 tarihinde Bağdat Paktı imzalandığı zaman “Bu, İttihad-ı İslâm’ın ilk adımıdır.” diyerek, çocuklar gibi sevindiğini, en yakın talebelerinden ve hizmetkârlarından olan Bayram Yüksel Ağabeyden defalarca dinlediğimizi hatırlıyorum. Evet, Bediüzzaman Hazretlerinin mutlaka gerçek olacağını haber verdiği İslâm birliği bir gün muhakkak kurulacak. Ancak, böylesine mutlu bir netice nasıl gerçekleşir ve kime nasip olur bilemeyiz. Bizler, sadece Bediüzzaman Hazretlerinin ısrarla takip ettiği İslâm birliği hakikatini sürekli gündemde tutmak durumundayız. Netice ise Allah’a aittir ve ona karışamayız.
Abdullah Yeğin Ağabeyden nakledilen bir hatırada Bediüzzaman Hazretleri “Sürekli benden siyaset soruyorlar. Kardeşlerim! Benim siyasetim işte şu Hutbe-i Şâmiye’dir. Bana başka siyaset sormayın.” demesi, çok dikkat çekicidir. Evet, Hutbe-i Şâmiye adını verdiği ve Şam Emeviye Camii’nde, içinde yüzden fazla büyük âlimlerin olduğu on bin kişilik bir cemaate söylediği hakikatler, İslâm âleminin geri kalış sebeplerini ve kurtuluş çarelerini ihtiva ediyor. En kuvvetli çarelerden birisi olarak da ittihad-ı İslâm’ı gösteriyor.
Bahsi geçen hatıra dışında orijinal metin olarak söylediği şu tespit gerçekten çok önemlidir: “Şiddetli hastalık ve sair sebeplerin tesiriyle ben Nurcu kardeşlerimle konuşamadığımdan ve o musahebeden [sohbetten] mahrum kaldığımdan, benim bedelime sizler ve Risale-i Nur’un Kur’ân medresesinde Yeni Said’e verdiği ders ve Eski Said’in de Hutbe-i Şâmiye ve zeyilleri [Divan-ı Harb-i Örfi, Münâzarât, Sünuhat ve emsallerini kastediyor] gibi hayat-ı içtimaiye medresesinde aldığı dersleri ve konuşmaları, bu biçare kardeşiniz bedeline, müştak olduğum kardeşlerimle benim yerimde konuşmalarını tevkil ediyorum.”1
Bediüzzaman Hazretlerinin, Hutbe-i Şâmiye eserini ve oradaki hakikatleri beyan etmesinin üzerinden tam yüz on dört sene geçti, fakat İslâm birliği bir türlü kurulamadı. Daha ne kadar beklenilecek bilemiyoruz. Ancak, Bediüzzaman Hazretlerinin takip ettiği yüksek İslâm siyasetini ve İslâm birliği meselesini usanmadan bizler de söylemeye ve hatırlatmaya devam edeceğiz, inşallah. Dipnot: 1- Emirdağ Lâhikası, s. 665.