Genel olarak bakıldığında İslâm ümmeti, Sünnîler ve Şiîler tarzında ikiye ayrıldığı görülür.
Sünni olanlar, itikatta İmam-ı Mâtüridî ile İmam-ı Eş’arî hazretlerine, muamelâtta ise, Hanefî, Şafiî, Malikî, Hambelî olmak üzere dört hak mezhebe sahiptirler. Ayrıca, Sünnî olanlar on iki hak tarikat ve onların alt kollarına bağlıdırlar. Peygamber Efendimiz (asm) ile Sahabe-i Kiram’ın yolunu takip ederler. Asr-ı Saadet’ten günümüze kadar milyarlarca mensupları vardır.
Şiîler ise, Alevîler dahil altmıştan fazla alt kolları olan bu akım, halifelik meselesinde “Hak Hazret-i Ali’nin (ra) idi, ona haksızlık edildi. Halifeliği haksız olarak önce Hz. Ebubekir (ra), sonra Hz. Ömer (ra), daha sonra yine haksız olarak Hz. Osman (ra) aldı. Hz. Ali (ra) ise, bu üç halifeye karşı takiye yaptı, sustu ve kendi zamanını bekledi.” derler.
Sünnîler ise, bahsi geçen bu konuda “Halifeliğe önce Hz. Ebubekir (ra), sonra Hz. Ömer (ra), daha sonra Hz. Osman (ra) daha lâyık idi ki, kader onları Hz. Ali’den (ra) önce halife olarak tayin etti.” diye izah ederler. İddialarına getirdikleri deliller de çok kuvvetlidir. Peygamber Efendimiz (asm), vefat etmeden önce iki ay boyunca on yedi defa namazlarda Hz. Ebubekir’i (ra) imamlığa geçirmesi ve arkasında namaz kılması ve diğer deliller. Zaten, Peygamber Efendimizin (asm) vefatından sonra toplanan Ensar olan Sahabelerin meclisinde, Muhacir olan Sahabelerden birisi halife olması kabul edilmesinden sonra, başta Hz. Ömer (ra) olmak üzere diğerleri Hz. Ebubekir’e (ra) biat etmişler ve daha sonra Medine’de bulunan Sahabeler ve diğerleri biatlarını yapmışlardır.
Hz. Ebubekir’in (ra) iki sene kadar süren halifeliğinden sonra, Sahabelerin seçimiyle Hz. Ömer (ra) on buçuk senelik halifeliğinin sonunda vefat etmesinden sonra da, yine seçimle Hz. Osman (ra) üçüncü halife olarak halifeliğe gelmiştir. Onun şehit edilmesinden sonra da yine Medine sahabelerinin seçimiyle Hz. Ali (ra) halife olmuştur.
Hz. Ali (ra) bu üç halifenin yirmi beş seneye yakın süren halifelik dönemlerinde, onlara şeyh-ül İslâmlık makamında olmuş, onlara biat etmiş ve hiçbir zaman onlara halife olmalarından dolayı itiraz etmemiştir. Peygamber Efendimiz (asm), kendisinden sonra Hz. Ali’nin (ra) halife olmasını istemiş fakat Allah tarafından kendisine bildirilmiş ki, Allah’ın dilemesi başkadır. O da, kendi iradesini terk ederek, Allah’ın iradesine tâbi olmuştur.
Şiîler ise, bütün bunlardan farklı düşünerek “Hak, Ali’nin (ra) idi. Ona haksızlık edildi.” diyerek, Asr-ı Saadetten günümüze kadar bu münakaşayı sürdürmektedirler. Bediüüzzaman Hazretleri bu meseleyi hak ve hakikat üzere izahını yaparak, bu münakaşayı sürdürmenin anlamsız olduğunu beyan etmektedir. Dördüncü Lem’a’da yaptığı izahta, Hz. Ali’ye iki cihetle bakılması lâzım geldiğini, şahsî kemalâtı ve velâyeti noktasında evvelki üç halifeyi kendisinden daha ileri olduğunu bizzat Hz. Ali (ra) söylemektedir. Ehl-i Beyt’i temsil noktasında kıyaslanma yapılamayacağını, çünkü orada Hazret-i Peygamberin (asm) hakikati vardır. Eğer Hz. Ali (ra), evvelki üç halifeyi kendinden daha ileri ve üstün görmeseydi, onları bir an bile tanımaz ve onlara şeyh-ül İslâm makamında kalmazdı. Takiye yaptığını söyleyerek, o kahraman-ı İslâm’a korkaklık isnat etmenin haksızlık olduğunu ve “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” hadisini bilen bir büyük sahabenin böyle bir yanlışlık yapmasının mümkün olmadığını ifade etmektedir.
Şiîlerin bir alt kolu olan Alevîler de diğer kolları gibi, İslâm ülkelerinin her bir tarafında Sünnîler ile asırlardan beri birlikte yaşamaktadırlar. Herkes nasıl inanıyorsa öyle ibadetlerini yerine getiriyorlar. Şiilik ve Alevîlik Hz. Ali’yi sevmek ve taraftar olmaksa, Sünnîler de Hz. Ali’yi (ra) samimi olarak sever ve taraftar olurlar. Bütün hutbelerinde ona da dua yaparlar ve camilerde isimlerini dört halife olarak yazarlar. Ancak, bazı zamanlar dâhilî ve hâricî fitne odakları Alevîler ile Sünnîleri birbirine düşürmekte ve hatta kan dökülmesine bile sebep olmaktadırlar. Halbuki, Müslümanın kanı diğer Müslümana haramdır.
Bahsi geçen hakikate dayanarak Bediüzzaman Hazretleri der: “Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu mânâsız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde alet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûp ettikten sonra, o aleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı [ayrılığı] iktiza eden cüzî meseleleri bırakmak elzemdir.”1
Dipnot:
1- Lem’alar, s. 52.