Kadere imanın anlaşılmasına kolaylık olması için Kader Risalesi’nin Dördüncü Mebhas’ı sonunda rol model bir misal vardır. Evvelâ o ifadeyi okuyup sonra itiraz meselesini nakledelim. Misal şöyledir:
Meselâ, gayet zengin, nihayet derecede san’atkâr ve çok san’atlarda mahir bir zat, âsâr-ı san’atını [san’at eserlerini] , hem kıymettar servetini göstermek için, âdi bir miskin adamı, modellik vazifesini gördürmek için, bir ücrete mukabil, bir saatte murassa [sırmalı], musanna [san’atlı], yaptığı gömleği giydirir, onun üstünde işler ve vaziyetler verir, tebdil eder; hem, her nev’i san’atını göstermek için keser, değiştirir, uzatır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam, o zata dese, “Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla vaziyet veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun” demeye hak kazanabilir mi? “Merhametsizlik, insafsızlık ettin” diyebilir mi?
İşte tam da bu misale şöyle itiraz var:
“O terzinin modeli olmam için bana teklif mi edildi de kendimi mecbur hissedeyim?”
Emsali sualler çoğaltılabilir ama bu suallere cevap vermede çok dikkatli ve bir o kadar da hikmetli olunmalıdır. Bu misale itiraz edeni dinlerken, onun nereden baktığını iyi anlamak gerekir. Kimi sualler cevap aramaktan ziya de kafa karıştırmak maksatlıdır. Müfsid suale, verilen cevapla susturmak mümkündür ama bu onu ikna etmez. Evet, bazıları, tatlı dilden anlamaz, onlara anlayacağı dilden cevap vermek gerekebilir. Lakin medenîlere galebe çalmak, ikna iledir, icbar ile değildir. Münazara, münakaşa ve tartışma ile değil de meseleyi sohbet zeminine çekerek, mülayim ve muknî bir tarz ile yapılan izah, getirilen delillerle cevap vermek, daha doğru olanıdır. Sualin kaynaklandığı derdi bulmak, orayı tedavi ederek takviye yapmak, zemini ve temeli sağlama almak gerekir. Bu esastan hareketle Allah’a iman takviye edilmelidir.
Allah’a iman konusunda Bediüzzaman, göz önündeki varlıklardan başlar ve evvela mevcudatın yani eşya ve hâdisatın var olduğunu tesbit eder ve ettirir. Yani göz önündeki çiçeğin var olup olmadığını sorgulatırcasına teyidin ardından, ondaki sanata dikkat çeker. Sanat varsa sanatkâr da elbette vardır, diyerek onun sıfatlarını okutur. Her şeyin, bir ve tek ele verilmesinin kolaylığına dikkat çeker. Her şey, bir ele verilmezse, o zaman çok ellere muhtaç olunacağı, bunun da imkânsız derecesinde müşkül olacağını anlatır. Madem ki dünyayı ve içindekileri yaratmış, onlarda tecelli edecekleri başkalara bırakmayacağını, mahlûkatında tezahür eden isim ve sıfatlarının tecellilerinin takdirini isteyecek. Onların ibadet ve şükürlerini başkasına vermeyecek, der.
Bunun gibi malûmat ile iman takviye edilir ve ardından imanın diğer esasları bina edilir ki kader meselesine gelmek için rükünler oluşturulur. Yani rububiyet hakikati izah edilir, buna mukabil ubudiyete dâvet edilir.
Dünyaya gelmek, bir teklif olmayıp, doğrudan Allah’ın takdiri olup ve bir görevlendirmedir. Dünyaya gelen ve aklı başında kim var ki “Ben gelmek istemiyordum.” diyebilsin. Hayattan zevk alırken, dünyaya gelme konusu düşünülmezken, iş kulluk vazifesine gelince “Ben gelmek istemiyordum”, ifadesi en kibar tabirle minderden kaçmaktır.
Verilen misaldeki terzinin modelisti olmak, ücret karşılığı bir görevlendirmedir, teklif değil ve kader konusunu anlamaya yardımcı olması için misaldir. Görevlendirme nedir? Allah; canlılara verdiği duyu ve duygularla donanımlı vücud gömleğinde kendisinin mutlak ve sınırsız olan isim ve sıfatlarının tecelli ve tezahürlerini görmek ve göstermek ister.
Terzideki maharetin mahiyeti, modelistin üzerinde prova edilen elbisede tezahür eden hakikatle anlaşılır. Şimdi sormak lâzım: Bu meseleyi anlatmak için terzi misali, yerinde bir örnek değil midir?
Terzi modelistliğini sadece insan için anlamanın yanı sıra, diğer varlıkları da o makama koyabiliriz. Bir mekân ya da zaman modelisti üzerinde tecelli ile tezahür eden nice esma ve sıfatın mahiyetinin hakikatlerini okumak, tefekkür etmek ve buna mukabil şükür ve ibatedini yapmak, insan olan insana yakışmaz mı?
Papatya, kendi üzerinde tecelli eden sanatlara modelisttir, tablonun, ustanın hünerleri resmettiği eşya gibi. Beş paralık tablo, üzerinde tezahür eden hakikatlerle kıymete bindiğinde; hazların en ince zevkine, şöhretin zirvesine, mutluğun burçlarına çıkan insan; “Ben bunları yapmayı istemiyorum.” der mi? Derse, akıllı mı? Yoksa yükü gördüğünde yükten kaçan devekuşu mu?