Takvimler 23 Mart 1960 Çarşamba gününü gösteriyordu. Ramazan ayının 25. günüydü. Bediüzzaman Hazretleri, en güzel gecede, “Kadir Gecesi”nde Halilullah diyarında rahmet-i Rahmana kavuştu.
Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatı hep çileliydi ama bu son Ramazan’ı belki de hayatının en zor günleriydi. Ayakta duramayacak kadar hasta olmasına rağmen son yolculuğuna çıkmış, Urfa’ya gitmişti. Urfa’da İpek Palas 27 numaralı odaya yerleşti. Yanında Zübeyir Ağabey, Bayram Yüksel Ağabey, Abdullah Yeğin ve Hüsnü Bayram Ağabey’ler bulunuyordu.
Ne var ki, ceberut rejim ona son günlerinde bile rahatsızlık vermeye devam ediyordu. Son Şahitler’de Bayram Yüksel Ağabey o günleri şöyle anlatmış:
"Nöbetle Zübeyir Ağabey ve ben Üstad’ı yalnız bırakmıyorduk. Ben nöbeti Zübeyir Ağabey’e teslim ettim. Birden iki sivil polis memuru geldi. Bana, 'Şöför nerede? Hazırlanın gideceksiniz' dedi. Ben de, 'Üstadımız hasta' diye konuşurken on resmî ve sivil polis daha geldiler, 'Hazırlanın hemen, Isparta'ya gideceksiniz' dediler. Ben de, 'Üstadımıza söyleyeyim' dedim. Üstad'ın yanına girdim, vaziyeti anlattım. Üstad, onları da çağırdı, onlar da Üstad'ın yanına girerek "İçişleri Bakanı'nın emri olduğunu, Isparta'ya dönülmesi lâzım geldiğini" söylediler. Üstad, 'Ben buraya ölmeye geldim. Belki de öleceğim. Benim hâlimi görüyorsunuz, siz beni müdafaa edin.' dedi.
Bu esnada Bediüzzaman'ın Urfa'dan çıkarılacağı haberi bütün havalide süratle yayılıyordu. Durumu haber alan DP İl Başkanı Mehmed Hatiboğlu koşarak Emniyete gelip Emniyet Müdürüne sertçe çıkışıyordu. ‘Ne oluyor? Eğer Bediüzzaman Hazretlerini buradan çıkarırsanız, karşınızda beni bulursunuz. Bir kılına halel gelmeyeceği gibi, buradan bir adım dahi attıramazsınız. Bu bizim misafirimizdir.' Akşam namazından sonra ben bir türlü ayakta duramadım. Durumu Zübeyir Ağabey’e anlattım. 'Kardeşim, git yat' dedi ve ben de yattım. İki saat filan uyumuşum ki Zübeyir Ağabey geldi. 'Kardeşim tahammül kalmadı, bir haftadır uyumadım.' Ben de: 'Gel Zübeyir Ağabey, hemen nöbeti değişelim' dedim. Yatsı namazını kıldım. Zübeyir Ağabey yattı. Gündüzden Üstad çok hararetli olduğu için, buz istemişti. Biz aramış bulamamıştık. Gece arkadaşlar bir yerden buz bulup getirmişlerdi. 'Buz bulduk Üstadım' dedim, istemedi. 'Üstadım çay yapayım?' dedim. Üstad 'İstemez' diye işaret etti. Üstad'ın mübarek dudakları kuruyordu. Ben ıslak mendille siliyordum, bu hiç görülmemiş bir hararetti.
Saat iki buçuk sıralarında idi. Ben Üstad'ın üzerini örtüyordum. Üstad yatıyordu. Bir müddet böyle devam etti. Bir ara birden Üstad boynumu tuttu, ben Üstad'ın kollarını ovuyordum. O anda Üstad ellerini göğsüne koydu uyudu. Ben de Üstad uyudu diye sobayı yaktım. Üstad'ın ayakucuna geçip uyanacak diye bekliyordum. Ağabeyler de gelecek de sahur yemeği yiyeceğiz diyordum. Ah bilmiyordum ki, Üstadım ebedî âleme göçmüş. Bu fani dünyaya gözünü yummuş. Başımdan hiç geçmemişti ki, nasıl bileyim? Üstadımın vefatını anlamayarak uyudu zannediyordum. Sahur da geçti. Abdullah ve Zübeyir Ağabeyle Hüsnü kardeş geldiler. 'Bayram, uyuyakalmışız' dediler. Ben de 'Siz gelin, Üstad uyudu, üşütmeyin, ben sabah namazını kılayım' diye onların yattığı odaya geçip namaz kıldım. Cüz'üm vardı, onu okuyup biraz yatayım derken, birden içeriden ağabeyler, 'Yahu Bayram, Üstad Hazretlerinden ses gelmiyor?' dediler. Ben, 'Üstad uyudu, onu üşütmeyin' dedim.
"Tekrar geldiler. 'Bayram, Üstad'dan ses gelmiyor.' deyince hep beraber Üstad'ın odasına vardık. Zübeyir Ağabey başucunda, dördümüz Üstad’a bakıyoruz. Üstad'dan hiç ses gelmiyor. Fakat vücudu sıcacık. Bizi müthiş bir telaş aldı. Zübeyir Ağabey 'Üstad’a böyle hâller olur, geçer.' diyordu ama, ben fena üzülüyordum. Hiçbirimizin başından böyle bir hâdise geçmemişti. Zübeyir Ağabey, 'Urfa'da Elazığlı Vaiz Ömer Efendi var, ona haber gönderelim, o bilir.' dedi. Haber gönderdik, geldi. Üstad’ı görünce; 'İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn. Üstad vefat etmiş kardeşlerim.' dedi.”
Sonrası mâlum. Zübeyir ağlar, Bayram ağlar, gökler ağlar, Urfa sokakları insanlarla dolup taşar...