Okuma-yazma bilmeyen Hacı Mahmud, 65 yaşında Risale-i Nur’u tanır. Yalnız derslere gider, dikkatle dinlerdi…
Bir gün, cami avlusunda oturan müftü, muezzin, birkaç kişinin yanına oturur. Biraz dinler ve tok sesle, “Bakın bakalım şu dağa, ne görüyorsunuz!” diye sorar. “Dağ, Hacı ne görelim!?” “Biraz dikkatle bakın!” “Ağaç ve kaya Hacı!” Sonra, okuma-yazma bilmeyen okumuşlara şu ibretli dersi verir:
“Burada oturmuş dünya işlerini dedikodu edeceğinize baksanıza şu dağlara, ağaçlara Allah’ın celalî ve cemalî isimleri nasıl tecelli etmiş?” Bak dağlara haşmeti gör, bak çaylara rahmeti gör! “Şimdi, bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara; yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfî değildir.”1
Niye onlar öyle, Hacı Mahmud böyle? İnsanda kör nokta ve kör hissiyat vardır. Geçmiş, gelecek zamanın, varlıkların ve hadiselerin özünü, arkasındaki kudret elini görememek, anlamamak, hissetmemektir! Bir anlamda yüce, ulvî, müsbet duyguların körelmesidir. Körelmiş duyular ise, varlıkların üzerinde tecelli eden sanatı, terbiye mührünü, nakş-ı kalemini ve Esma-i Hüsna’yı görememek, okuyamamak, hissetmemek, anlamamak ve duymamaktır!
“Hazır lezzete meftun kör hissiyat-ı insaniye, fânî, hazır bir meyveyi, bâkî, uhrevî bir bahçeye tercih etmek ciheti…”2 ağır bastığındandır.
Hacı Mahmud ise Risale-i Nur’un ameliyat-ı cerrahiyelerinden geçmiş! Kör idi, daha önce dağlara, ağaçlara, suya bakıyordu, ama, görmüyordu! Manevî katarakt ameliyat oldu; tevhid-i hakikî ile “Her şey üstünde sikke-i kudretini ve hatem-i rububiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya her şeyden Onun nuruna karşı bir pencere”3 açılmış, Esmayı görüyor, okuyor!
Risale-i Nur’un manevî bypass, kalb ve kulak ameliyatı tüm duyguları inkişaf ettirip tesbih eden varlıkların dillerini tercüme edip duyuruyor! “Volga Nehri’nin hazin şırıltıları ve yağmurun rikkatli şıpıltıları ve rüzgârın firkatli esmesi, beni derin gaflet uykusundan muvakkaten uyandırdı.”4 “Servinin vahdeti temsil etmesi, rüzgârın ‘Huu’; kedinin mırmırları ‘Ya Rahîm, Ya Rahîm’; havanın her bir zerresinin ‘huu’ ile ‘hüve’yi, yani O’nu [Yaratıcı’yı] anlatması; dalgaların ‘Ya Celîl, ya Celîl’ diye zikirleri…” “Takdis ederiz o Zat’ı ki, bu sineğe nezafeti ilhamen öğretir, bana da üstat yapar. Ben de onunla nefsimi ikna ve ilzam ederim.”5
Dipnotlar:
1- Sözler, Enst./intr., s. 613.
2- Emirdağ Lahikası, s. 77.
3- Sözler, s. 264.
4- Lem’alar, s. 234.
5- Mesnevî-i Nuriye, s. 69.