Bir kardeşimiz, “Şahısları ölçüsüz övmek de yermek de yanlış değil mi?” diye sordu. Herkesin güzel yönleri takdir edilir, övülür, tebrik ve teşvik edilir.
Bediüzzaman da öyle yapmış: “Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir… Kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.”1 “Onları kendi nefislerine tercih ederler.’2 sırrıyla kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.”3
Övgü örneklerine yalnızca birkaçını nakledelim: “Hacı Nuh Bey, Molla Hamid, sizler benim için çok ehemmiyetlisiniz. ‘Sıddık-ı vefiy bu zamanda yoktur’ diyenlere karşı sizleri gösteriyorum. Yirmi sene Van’da geçirdiğim hayat-ı ilmiye benim için Van çok kıymettardır. Lillâhilhamd, sizler o kıymettarlığı gösterdiniz.”4 “Refet kardeşimizin kemal-i sadakat ve alâkasını ve Hulusî gibi Nurlar’ın bir kumandanı olduğunu…”5 gösterdi.
Gayet tabiî ki, her meselede olduğu gibi, övgüde de dengeyi muhafaza için şu ölçülere riayet edilmeli: “İhsan-ı İlâhîden fazla ihsan, ihsan değildir. Her şeyi olduğu gibi tavsif etmek gerektir.”6 “Mübalâğa ihtilâlcidir.”7 “Nasıl ki bir cemaatin malı bir adama verilse zulüm olur. Veya cemaate ait vakıfları bir adam zaptetse zulmeder. Öyle de, cemaatin sa’yleriyle [çalışmalarıyla] hâsıl olan bir neticeyi veya cemaatin haseneleriyle terettüp eden bir şerefi, bir fazileti o cemaatin reisine veya üstadına vermek hem cemaate hem de o üstad veya reise zulümdür.”8
Kardeşlerimizi övgü, tahdis-i nimet suretinde olabilir: “Bazen tevazu, küfrân-ı nimeti istilzam ediyor; belki küfrân-ı nimet olur. Bazen da tahdis-i nimet, iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare-i yegânesi-ki ne küfrân-ı nimet çıksın, ne de iftihar olsun-meziyet ve kemâlâtları ikrar edip, fakat temellük etmeyerek [kendine mal etmeyerek], Mün’im-i Hakikî’nin eser-i in’âmı olarak göstermektir.”
“Yıpratma çabası yalnızca boş” değil, kişilerin hak ve hürriyetlerine saldırı ve memnudur. Manevî mesuliyeti olduğu gibi, -çok boyutludur ve başlı başına araştırma mevzuudur- ahlâkî ve hukukî müeyyideleri gerektirir.
Dipnotlar:
1-Lem’alar, s. 166.; 2-Haşir Suresi: 9.; 3-Lemalar, s. 162.; 4-Barla Lâhikası, s. 85.; 5-Emirdağ Lâhikası, s. 126.; 6-Mektubat, s. 458.; 7-Muhakemat, s. 78.; 8-Lem’âlar, s. 134.