65. vefat yıldönümünde bir kez daha rahmetle andığımız Bediüzzaman, eserlerinde ortaya koyduğu Kur’ân kaynaklı tesbitleriyle, yaşadığımız tıkanıklıklardan çıkış yolunu gösteriyor.
O, bu tesbitleri 110 küsur yıl önce seslendirmeye başladı. “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır” deyip, bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhlarıyla cihad edilmesi gerektiğini vurguladı. Ve cihada böyle bir yorum getirdi.
Tâ o zaman, “Milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir” diyerek, bunu takviye ile sıhhat bulabileceğini ve bu takviyenin de, dinin temelini oluşturan imanı taklidî olmaktan çıkarıp “tahkikî” hale getirmekle mümkün olabileceğini ifade etti.
İmanı tahkikî kılmanın formülünü ise, “vicdanı dinî ilimlerle ve aklı modern fenlerle aydınlatmak;” Kur’ân’ı ve kâinatı, aynı Yaratıcının “kalemi”nden çıkıp birbirini tefsir eden kitaplar olarak okumak şeklinde tarif etti. Eserlerindeki izahlar, baştan sona bu tarifin açılımı niteliğinde.
Said Nursî’nin yaklaşımı, doğru ve ideal tevhid-i tedrisat yorumuna da temel oluşturuyor.
Onun geçen yüzyılın başında önerdiği model hayata geçirilebilmiş olsaydı, asırlardır iki ana eğitim kanalı olarak gelen tekke ve medreselerle Osmanlının son dönemlerinden itibaren açılan modern mektepler müşterek bir potada eritilir; buralarda tahsil görenler aynı ortak değerleri paylaşan, dini de, dünyayı da bilen nesiller olarak yetişirdi.
Dinin getirdiği ahlâkî ölçülerle tahkim edilmiş bir demokrasi kökleşir; herkesin hak ve hürriyetlerini de güvenceye alan bir hukuk devleti inşa edilir; her türlü fitne ve provokasyonu besleyen zulüm ve haksızlıklara meydan verilmez; aydın-halk kopukluğu olmaz; laik-antilaik gerilimlerine, etnik çatışmalara ve toplumdaki farklılıklardan kavga üretme tuzaklarına imkân vermeyen bir şuur oluşurdu.
Eğer bugün hâlâ rejim tartışmalarını bitiremediysek; din-siyaset ilişkisindeki dengeyi bulamadıysak; yargı adalet dağıtmak yerine habire mağduriyet üretiyorsa; eğitim kurumlarında kalite her geçen daha da düşüyorsa; okullar hedefsiz ve vasıfsız nesiller “yetiştiriyor”sa; yoksulluk ve işsizlik dizboyu iken zengin-fakir uçurumu giderek derinleşiyorsa ve diğer bilumum toplumsal sorunlar kronik boyutlar kazanarak devam ediyorsa, hepsi Said Nursî’ye kulak verilmediği içindir.
Buna karşılık, madalyonun diğer yüzüne bakarsak, bütün bu olumsuzluklara rağmen, bunların yıkıcı ve tahripkâr sonuçlarını önemli ölçüde hafifleterek, her alanda daha iyiye doğru gitme iradesini canlı tutan ve o yönde kapıyı açık bırakan en önemli dinamik de, Bediüzzaman’ın mesajlarının toplumda mâkes bulmuş olmasıdır.
Bugün ayakta oluşumuzu ve geleceğe ümitle bakabilmemizi buna borçluyuz. Ve diyoruz ki, 65. vefat yıldönümünde Said Nursî’yi anarken, eserlerini ve fikirlerini daha iyi anlama ve anlatma çabamızı daha da arttırarak devam ettirelim.
Çünkü son Ilâhî kitap olan Kur’ân-ı Hakîm’in, ahirzaman insanlarına yönelik, dünyalarını da, ahiretlerini de kurtaracak mesajları bu eserlerde.