"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kabe Merkezli Bir Ortadoğu’nun Anahtarı Bediüzzaman’da

Ahmet DURSUN
23 Mart 2025, Pazar 00:10
Bediüzzaman’a Şark aşairi tarafından sorulan sorular, bugün de cevap aradığımız sorulardır. Verilen cevaplarda sürekli Kur’ânî referanslarla temel hak ve hürriyetlere vurgu yapılması, Müslümanların intibahını ve terakkisini sağlayacak fikirlere yer verilmesi, bugün yaşadığımız krizleri aşabilmek için çok değerlidir.

Bütün dünyada, insanlığın seyrini değiştirebilecek yeni krizlerle karşı karşıya olduğumuz hususunda neredeyse herkes hemfikir durumda. Sosyo-ekonomik krizler, savaşlar ve göçler birlikte, kendi varlığını başkasını yok etmek üzerine kurgulayan aşırı milliyetçi dalgalanmalar ve demokrasileri tehdit eden otoriter yönetimler, müreffeh bir dünyayı arzulayan insanlığın huzurunu kaçırıyor. “Yeni Dünya Düzeni” adı altında güçlünün haklı olduğu, masuma yaşama hakkının tanınmadığı yeni sistem oluşturma gayretleri karşısında, vicdan-ı umumînin nasıl harekete geçirilebileceği, insanlığı tehdit eden krizlerin nasıl aşılabileceği bugünlerde cevabı en çok merak edilen sorular arasındadır. 

Dünya nereye gidiyor, insanlığı nasıl bir gelecek bekliyor? 

Devletler milletler muharebesinin tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevkî edeceği sözleriyle aslında bugünlerin tarifini yapan Bediüzzaman Said Nursî, ahirzaman mücadelesinin adalet-zulüm, hürriyet-istibdat, hidayet-dalâlet taraftarları arasında geçeceğini çok önceden tespit etmiş ve asrın müceddidi olarak insanlığı sahil-i selâmete ulaştıracak çözüm yollarını da göstermiştir. Dünyanın manevî bir buhranda olduğunu söyleyen Bediüzzaman, bugün her alanda yaşadığımız problemlerin temel kaynağının insanlığın mesh-i manevîsine yol açan imansızlık cereyanları olduğunun farkındadır. Bu yüzdendir ki tüm mesaisini iman üzerine teksif eden Bediüzzaman, insanlığın manevî krizlerinin çözülmesiyle birlikte insanlığı karanlık çukurlarda bırakmak isteyen toplum mühendisliklerinin çatışmacı-ayrıştırıcı fikirlerinin tarihin nisyan çukurlarına atılacağının da şuurundadır. O yüzdendir ki onun İslâm âleminin yaşadığı krizlere ilişkin çözüm tekliflerinin biricik kavramı da imandır ve kurtuluş “iman merkezli” projelerdedir. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın bir medeniyet projesi olarak da tanımlayabileceğimiz Medresetüzzehra’sı, hürriyet manifestosu olarak niteleyebileceğimiz Münazarat’ı, İslâm dünyasının gelecek tasavvurunu her yönüyle ortaya koyan Hutbe-i Şamiye’si insanlığın geleceğini aydınlatan, kaynağını Kur’ân’dan alan, iman merkezli projektörler olarak muhtaç hâlde bekleşen insanlığa yansıtılmayı beklemektedir.   

Hürriyet âşığı Bediüzzaman’dan Hürriyet Manifestosu: Münazarat

Bediüzzaman Said Nursî’nin “Azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı talihsiz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi” olarak tanımladığı Münazarat, yazıldığı dönemi aşarak bugün de çözmeye çalıştığımız günümüz meselelerine ışık tutan dev bir eserdir.  

Tedennî-i milletten ciğeri yanmış bir Bediüzzaman… Henüz çok genç yaşlarda, Bediüzzaman lakabıyla meşhur olmuş bir İslâm âlimi olarak İstanbul’dadır. Cehalet, zaruret ve ihtilaflarla boğuşan İslâm milletlerinin derdine çare bulmak, doğup büyüdüğü coğrafyanın belini büken hastalıkları yok etmek arzusuyla yollardadır, hem de elinde çağını aşan bir üniversite projesiyle…

Kendisine İstanbul’a neden geldiğini soranlara “Evvel Şarkta fenalığın sebebi, Şarkın uzvu hastalanmış zannediyordum. Vaktâ ki, hasta olan İstanbul’u gördüm, nabzını tuttum, teşrih ettim; anladım ki, kalbindeki hastalıktır, her tarafa sirayet eder” sözleriyle karşılık veren Bediüzzaman, asrın manevî doktoru olduğunu ihsas edercesine dönemin bütün meselelerine hassasiyetle eğilir ve milletin kalp hastalığını tedavi edecek reçetelerini sunar. 

Namık Kemal’in “Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet / Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretden” diyerek aşkını ilân ettiği hürriyet; Bediüzzaman’ın tahakküm,  muamele-i keyfiye, kuvvete dayanan bir cebir ve rey-i vahid olarak tarif ettiği istibdat elinde ürkmüş, millete küsmüş ve güzel yüzünü milletten gizlemiştir.  

Bediüzzaman İstanbul’a geldiğinde kendini hürriyet, istibdat, meşrutiyet kavramları etrafında yapılan tartışmalar içinde bulur. Hürriyet ile özdeşleştirilen Meşrutiyet’i İslâm’a uygun görmeyenlerin karşısına dikilen Bediüzzaman’ın hürriyeti imanın hassası olarak tarif etmesi ve Meşrutiyet’e şer’î delillere dayanarak sahip çıkması, İslâm âlemini bugün de rahatlatan bir yaklaşımdır. Bununla birlikte “İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder: …Tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek, ve zâlimlere tezellül etmemek...” sözleriyle Nebevî tavrı da ifade eden Mü’mince bir duruşu tarif eden Bediüzzaman, hürriyet mücadelesiyle bu topraklarda hürriyete ilişkin değerlerin yeniden filizlenmesine vesile olmuştur. 

Bediüzzaman’ın 1910 yılı başlarında Meşrutiyet’i anlatmak için çıktığı “Şark seyahati”nin gayesi de hürriyet-i şer’iye esasları çerçevesinde oluşacak bir Meşrutiyet’i anlatmaktır. Münazarat da bu seyahatin bir ürünüdür.

Bugün de tartıştığımız hürriyet, istibdat, meşrutiyet, adalet, geri kalmışlık, azınlıklar ve Ermeni meselesi, eğitim, milliyetçilik ve Kürt meselesi çerçevesinde değerlendirilebilecek hususlar eserin ana muhtevasını oluşturur.

Münazarat’ta dağılmaya yüz tutmuş bir imparatorluğu, aç çakalların düşmesini beklediği koskoca bir coğrafyayı, kurtuluş için bir ışık bekleyen mazlum İslâm milletlerini harekete geçirecek ve onları ayağa kaldıracak o kadar değerli kılavuz fikirler vardır ki… 

“Sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa, sizin şevkiniz bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz…” sözleri bile tek başına bu toplumu harekete geçirecek, onlara yeniden kimliğini ve varlığının gayesini hatırlatacak, aşıladığı ümit ile tüm coğrafyayı ayağa kaldıracak niteliktedir.

Münazarat’ta hürriyetin değerinin ve insan haklarının temel unsurlarının vurgulanması, ittihadı tesis etmeye yönelik birleştirici fikirlerle Kur’ânî modeller  teklifi ve istibdat denilen bulaşıcı hastalıklarla boğuşan İslâm toplumlarına hürriyetçi ve demokratik bir sistem önerisi son derece orijinaldir. Bediüzzaman’a Şark aşâiri tarafından sorulan sorular, bugün de cevap aradığımız sorulardır. Verilen cevaplarda sürekli Kur’ânî referanslarla temel hak ve hürriyetlere vurgu yapılması, Müslümanların intibahını ve terakkîsini sağlayacak fikirlere yer verilmesi, bugün yaşadığımız krizleri aşabilmek için çok değerlidir.

İSTİBDADIN HER ÇEŞİDİNE KARŞI

Bugün otoriter rejimler altında çeşitli hastalıklara müptelâ olan, istibdadın değişik formlarıyla hürriyetleri ellerinden alınan İslâm toplumları için müreffeh, huzurlu ve insanca yaşayabilmenin anahtarını bize sunan Münazarat’ın “demokrasi / hürriyet manifestosu” olarak ifade edilmesi boşuna değildir. Münazarat’ta Meşrutiyet’in hâkimiyet-i millet olarak tarif edilmesi, istibdadın her çeşidine karşı çıkılması, hürriyetin aslî unsurlarına ve şer’î uygulama biçimlerine dikkat çekilmesi, bugün modern demokrasilerin dahi henüz ulaşamadıkları ideal bir demokratik hedefi de ifade eder. Bugün çözmeye çalıştığımız kronikleşmiş problemleri çözebilecek kabiliyette olan Münazarat, Kur’ân’ın her asra deva olan yaklaşımını yansıtması bakımından da müstesnadır. 

Çözüm Bediüzzaman’da

Irkî bir problemi çağrıştıran Kürt sorunu gibi kavramlaştırmaların meseleyi ne kadar tanımladığı ve çözüme nasıl bir katkı sunduğu son derece tartışmalıdır. Müslümanları kardeş olarak gören ve ırkçı yaklaşımları reddeden bir dinin mensuplarının ırk üzerinden tanımlanmış bir mesele üzerinden karşı karşıya getirilmesi tam da Bediüzzaman’ın tarif ettiği hastalığa işaret eder. Başkasını yutmakla beslenen menfî milliyet anlayışı, İslam toplumlarının içine atılmış öldürücü bir zehirdir. 

Bu noktada meselenin hangi boyutlarıyla ele alınması gerektiği güncelliğini korumaya devam etmektedir. Önceki isimlendirmesiyle Şark Problemi, Güneydoğu Sorunu ya da şimdiki ifadesiyle Kürt Sorunu… kimilerine göre bir geri kalmışlık ve insan hakları sorunu iken kimilerine göre de Ortadoğu krizinin bir parçası, kimilerine göre de devletin temel paradigmalarını yeniden şekillendirecek yönetim meselesidir. Meselenin “Kürt Sorunu” olarak adlandırılması ise farklı eşiklere işaret etmekte, bu tartışmayla birlikte beraberinde “ulus-devlet, milliyetçilik, Ortadoğu, terör, eğitim, din” gibi farklı konular da gündeme gelmektedir. Böylesine karmaşık bir konuda kalıcı bir çözüm nasıl sağlanacaktır?

Bu noktada bölgenin bir insanı olan, doğduğu toprakların iç dinamiklerini iyi bilen Bediüzzaman’ın konuyla ilgili yaklaşımları ve çözüme yönelik önerileri son derece önemlidir. Bu güne kadar meselenin çözülemeyişi, Bediüzzaman tecrübesinden yararlanamadığımızı göstermektedir. Bediüzzaman’ın “İslâmiyet milliyeti”ni vurgulayarak etnik tartışmaların önünü tıkaması, dinin birleştirici rolünü vurgulayarak farklı eğilimlerin ve yapıların bir arada kardeşçe yaşayabileceğine işaret etmesi, eğitimle ilgili projeler sunarak meselenin özüne eğilmesi, bugün bile bu tecrübeye ne kadar ihtiyacımızın olduğunun delilidir. 

Kürt-Türk kutuplaşmasının ve çatışmasının doğuracağı yıkıcı sonuçların farkında olan Bediüzzaman, bu kadim coğrafyanın kardeş milletlerini Kürtler ve Türkler olarak ilan ederek onların et ve tırnak gibi ayrılamayacağını belirtir. Hakikî milliyetimizin İslamiyet olduğunu defaatle haykıran Bediüzzaman, üst kimlik olarak İslâm’ı belirler. “Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz bir iyi insan oluruz” sözleriyle bu iki milletin birbirleri için önemini tarihin de şahitliğiyle veciz bir şekilde ortaya koyan Bediüzzaman’ın İslâm dünyasını ayağa kaldıracak projesi de hazırdır: Medresetüzzehra. 

Bölgesel Bir Çözüm Önerisinden Bir Medeniyet Projesine: MEDRESETÜZZEHRA

Medresetüzzehra, sadece ontolojik yaklaşımlarla biçimlendirilmiş köklü bir paradigma değişikliğini gerektiren eğitim sistemi önerisi değil, İslâm toplumlarının son birkaç asırdır her alanda yaşadığı gerileme, ayrışma ve çatışma hâlini sona erdirecek, bölgeyle birlikte İslâm âleminin her alanda kalkınmasını sağlayacak ve uzun vadedeki sonuçları itibariyle insanlığa hizmet edecek bir medeniyet projesidir.

Asrın değil, asırların öğretmeni Bediüzzaman Said Nursî… Doğup büyüdüğü coğrafyanın ve içinde yaşadığı toplumun meselelerini iyi bilen, dönemin eğitim kurumları olan tekke ve medreselerin problemleriyle yüzleşen Said Nursî, İslâm toplumlarının üç büyük düşmanını ‘cehalet, zaruret ve ihtilaf’ olarak tespit eder. Bu düşmanları yok etmek için Bediüzzaman’ın, özü eğitime dayanan müşahhas bir kalkınma projesi vardır: Medresetüzzehra cehalet, zaruret ve ihtilafın panzehiri olan “sanat, marifet ve ittifak” hedefleriyle bir medeniyet tasavvuru olarak karşımıza çıkar. 

Bediüzzaman Said Nursî’nin kurmak istediği üniversite, İslâm dünyasını sarsan pozitivist ve materyalist anlayışların doğurduğu yıkıcı etkileri ortadan kaldıracak niteliklere sahiptir. Bediüzzaman, üniversitesinde din ilimleri ile fen bilimlerinin birlikte okutulmasını önerir. Böylece dönemin belirgin çatışma sahası olan mektep - medrese -tekke kavgasına son verir. Din-bilim çatışmasını ortadan kaldırması, İslâm toplumları için “öldürücü zehir” olarak tarif edilen ırkçılık illetini yok edecek unsurları içermesi, bilimi Allah’ın isimlerini okutacak bir bakış açısıyla ele alarak ‘mana-i harfî’ kavramını eğitimin özüne yerleştirmesi, Medresetüzzehra’yı dönemin diğer eğitim kurumlarından ayıran belirgin özelliklerdir.

“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakîkat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder” sözlerinden hareketle, Medresetüzzehra, fen ilimleriyle din ilimlerini birleştiren, materyalist ve pozitivist anlayışların inanç alanındaki şüphelerini ortadan kaldıran, bilimsel yaklaşımlara taassupla bakan mektep ve medreseleri barıştıran, Arapça-Türkçe ve Kürtçeyi eğitim dili olarak öneren, çok dilli, çok kültürlü, çok yönlü ve çok hedefli bir üniversite modelidir.

Medresetüzzehra, ilk ortaya konulduğunda Kürtleri ya da Doğu’yu kalkındıracak bir proje gibi görünse de, içerdiği özellikler nedeniyle, dönemini aşan, tüm İslâm âlemine hitap eden, İslâm coğrafyasını da aşarak Doğu’yu ve Batı’yı birleştiren, bu yönüyle insanlığa hizmet edebilecek evrensel özelliklere sahiptir. Medresetüzzehra, İslâm coğrafyasının her yerinden öğrenci kabul eden yapısı ve hedefleri itibariyle bir barış ve medeniyet projesidir. Gelecek vizyonu açısından bu üniversite, AB ülkeleriyle samimi işbirliği ve ortaklığa doğru biçimde rehberlik edebilecek, İslâm ülkelerinin demokratik kimliğe kavuşmasında öncülük edecek ve dünya barışına da katkıda bulunacaktır. Bu yönleriyle Medresetüzzehra bir Kur’ân medeniyeti projesi olarak tevhidî değerleri ifade eden Kâbe merkezli bir Ortadoğu’nun da yapı taşlarını döşemektedir.

Kabe Merkezli Bir Ortadoğu’nun Anahtarı Risale-i Nur’da 

Tevhid ekseninde merkezin Kâbe olarak belirlendiği bir İslâm dünyasının kurulabilmesi, elbette hürriyet-i şer’iyenin parlak güneşinin bu topraklara düşmesiyle mümkündür.

Bu topraklar, insanlığın da kurtuluşunu sağlayacak bir medeniyeti tekrar kurabilme kapasitesine sahiptir. Elbette ki tarih bunun en güzel şahididir. Ne yazık ki İslâm dünyasındaki gayr-i İslâmî oluşumlar, Kur’ân’ın ruhuyla bağdaşmayan uygulamalar bugünkü buhranları doğurmuştur. İslâm’ın özünü ifade eden bir hürriyet ve adalet anlayışının terk edilmesiyle otoriter yapılar doğmuş, bunlar da bugün yaşadığımız problemleri netice vermiştir. 

Bediüzzaman Said Nursî’nin Kur’ân’ın temel değerlerini ifade eden medeniyet projesinde öncelikle Müslümanların öncülüğü önemli bir yer tutar. “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakâik-i imaniyenin kemalâtını ef ’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler.” diyerek Müslümanların temsil rolüne dikkat çeken Bediüzzaman, fâzıl bir insan ve toplum modeli için Müslümanların temsil kabiliyetini nazara verir. 

Bugün sahip olduğu güce güvenerek hiçbir insanî-vicdanî-hukukî kurala uymadan İslâm dünyasını kana bulayan işgalci devletlerin rahatlıkla at koşturduğu ve hak iddia ettiği İslâm coğrafyasının kurtuluşu, Müslümanların Kur’ânî değerlere yaslanan tarihî tecrübesini hatırlamasına ve bu değerleri yaşamasına bağlıdır. Bu noktada, Risale-i Nur’un ortaya koyduğu fikirler ve önerdiği metotlar öncü niteliğindedir.

Bediüzzaman’ın çeşitli sebeplerle ihtilafa düşmüş, parçalanmış İslâm milletlerine “Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir—bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir—bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir—ona kadar bir, bir.” sözleriyle birlik ve beraberlik potansiyelini hatırlatması, “esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkalarını, ittifak rabıtalarını ve uhuvvet münasebetleri”ni göstermesi; bununla birlikte İslâm’ın ruhunu ifade eden hürriyet, adalet, meşveret ve kanun hâkimiyetini ifade eden demokratik bir yönetimi önermesi çözümün adresidir.

Okunma Sayısı: 1097
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Semanur Tunoğlu

    23.3.2025 10:45:40

    Çok güzel çok güzel bir ufuk gösteriyorsunuz. Bir kez daha sinsire sindire okumaya dönüyorum.

  • Nahit Topaloğlu

    23.3.2025 09:28:52

    Ahmet kardeşim. Geniş bir mevzuyu Efrâdını câmi, ağyârını mâni" denecek biçimde, akıcı bir üslupla, makale sınırları içine sığıştırarak ele aldığınız "uzun ama kısa" yazınız için tebrikler. Mâşâallah, bârekâllah!

  • Mehmet Soydan

    23.3.2025 06:59:48

    "Irkî bir problemi çağrıştıran Kürt sorunu gibi kavramlaştırmaların" demişsiniz. Peki nasıl bir kavramlaştırma olmalı sizce? Diyelim ki "Güneydoğu Sorunu" dedik. Güneydoğuda yaşamayan Kürtlerin haklarını almaları lüzumunu nasıl ifade edecek bu kavramsallaştırma? (Sizin de bildiğiniz gibi Üstad'ın "lisan-ı maderzad" ifadesiyle, anadilde eğitim gibi talepleri de vardır.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı