"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlâl”-II

Orhan DİNDAR
02 Haziran 2016, Perşembe
Said Nursî, meşrûtiyete şüpheyle yaklaşıp îtiraz eden ve eski idârî sistemi tercih edenlere, “size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz. İşte: Eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlâl.” diye cevap vermişti. Bunun üzerine muhâtabları ona bu defa şu suali tevcih ederler: “Acaba daha sultan Hamid gibi padişah tahta çıkmayacak mıdır? Eski hal olmayacak mıdır?”

Sultan Hamid, dirâyeti, çalışkanlığı, dürüstlüğü, birçok icrâatı ve bilhassa da samimî dindarlığı ile geniş halk tabakalarının gönlünde taht kurmuş mühim bir padişahdır. Şark vilâyetlerinde Bavê Kurdan/ Kürtlerin babası olarak anılmaktadır. II. Meşrûtiyet öncesi otuz yıllık devirde bütün idâreyi Yıldız Sarayı’nda toplamış ve devletin bütün işlerini -kendi tâyin etmiş olduğu hükûmetleri dahi devre dışı bırakarak- tamamen şahsî tasarrufu altına almıştır. Sıradan bir memurun yapacağı en basit bir muameleden uluslar arası en ağır meselelere kadar her işi Yıldız Sarayı’nda istihdam ettiği husûsî müşâvirleri vasıtasıyla bizzat takip ve idâre etmiştir.

Said Nursî, “bütün hayatında onun padişahlar içinde bir nevi velî hükmüne geçtiğine kanaat ettiği” gibi birçok icraatını da takdir etmiştir. Üstelik kendisi yeni girilen meşrûtiyet devrinde Divân-ı Harb-i Örfî’de muhakeme edilmiştir. İdârede de hâlâ birçok menfî tatbikat ve aksama devam etmektedir. Bütün bunlara rağmen Said Nursî yine de meşrûtî ve parlamenter sistemi müdâfaa ve tercih etmekte ve “müsemmâ-i meşrûtiyeti” ders vermektedir. Ve eski hali arzulayan muhataplarına şu cevabı verir:  “Acaba sizin şu siyah çadırınız parça parça edilip yandırılsa, külü havaya savrulursa, o külden yeniden çadır edip içinde oturmak kabil midir.”

Bu durumu şöyle îzah eder Said Nursî: Eskiden bin adamdan yalnız onu şuurlu ve hürriyet taraftarı iken bütün kuvvet ve imkânlarına rağmen istibdad kendini muhafaza edemedi ve yıkıldı. Abdülhamid gibi son derece muktedir bir padişah, devlet mekanizmasındaki mutlak hâkimiyetine rağmen istibdad sisteminden vazgeçmek mecburiyetinde kaldı. Şimdi ise, istibdâdı ayakta tutan unsurlar nerdeyse tamamen ortadan kalkmış ve buna mukabil umûmî efkâr ve halk uyanmış iken eski sistemi, istibdâdı taleb etmek ve geri getirmek muhâldir ve imkânsızdır. Çünkü ona göre, “hibr ve havf üzerine müesses” olan, günümüz tâbirleriyle, nemâlandırma ya da korkutma üzerine tesis edilmiş olan istibdâdın hayâtiyetini sürdürme istidâdı ve imkânı artık kalmamıştır.

Said Nursî ilâve olarak şöyle bir tahlil daha yapar. Eski devirlerde içtimâî ve sosyal yapı, hayat standartları, medeniyetin seviyesi ve nimetleri o kadar fazla olmayıp gayet derecede mütevâzi ve sade olduğundan; cemiyetleri ve devletleri idâre etmek mahdud sayıdaki insanla mümkün olabilmişti. Fakat bu zamanda, içtimâî ve sosyal yapı son derece girift ve karmaşık bir hal almış, hayat tarzları ve standartları fevkalâde yükselmiş ve farklılaşmış, medeniyetin ve teknolojinin seviyesi ve kazandırdıkları tahayyül edilemeyecek kadar artmış ve zenginleşmiştir. Artık günümüz şartlarında devletlerin ve toplumların sağlıklı bir tarzda idâresi ancak milletin kalbi hükmünde olan halk tarafından seçilmiş bir meclis vasıtasıyla sağlanabilir. Sistem içerisinde, halkın fikirlerinin hakkıyla temsil edilebildiği meşveret ve müzâkere zeminlerinin yer alması iktiza eder. Ve yine Said Nursî’ye göre bu tarz bir meşrûtî/ demokratik sistem asıl gücünü fikir hürriyetinden almalıdır.

Said Nursî’nin nazarında, devlet idâresinin tek bir şahsa ve etrafındaki “müdâhin”, dalkavuk memurlara veya “mantıksız bir kısım zabitlere” havâle edilmesi eski hali tercih etmek demektir. Bu tarz bir idârî sistem ona göre -moda tâbiriyle- zamanın ruhuna uygun değildir ve tatbik etme imkânı kalmamıştır. Onun tâbiriyle milletin “rakîb” olduğu, murakabe ve kontrol eden temel bir unsur olarak faal bir tarzda sisteme dâhil olduğu sistemler, kâmil mânâda bir demokrasiye, “müsemmâ-i meşrûtiyet”e daha münâsib ve uygundur.

Said Nursî’nin nazarında sistemin adının meşrûtiyet, cumhuriyet, başkanlık ya da yarı-başkanlık olması meselenin esâsına ve ruhuna tesir etmemektedir. O, “meşrû hakikî meşrûtiyetin müsemmâsına ahdüpeyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın, rast gelsem sille vuracağım. (…) Tebeddül-ü esmâ ile hakaik tebeddül etmez.” diyerek buna işaret etmiştir. Ona göre, idâredeki bütün fenalıklar ve menfilikler, istibdad ve tahakkümün çeşitli isimler ve kılıklar altında sisteme nüfuz etmesinden kaynaklanmaktadır.

Okunma Sayısı: 3052
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • İsmail ÖNGEL

    15.2.2024 21:12:08

    Eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlâl.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı