Demokrat Parti’nin 1950 yılında iktidara gelmesiyle birlikte tarih sahasında da ta’dil ve tashih gayretleri tedricen tezâhüre başladı. II. Abdülhamid’le ilgili daha insaflı ve müsbet değerlendirmeler yapıldı.
Yılmaz Öztuna: Türkiye’de II. Abdülhamid aleyhindeki yalanları nakletmek modası yürürlüktedir. Son yıllarda (1983) bu modaya tepki olarak yeni bir moda daha çıkmıştır. Abdülhamid’in savunulması mümkün olmayan şahsî kusur ve siyâsî hatalarını bile bile keramet derecesinde göstermek modasıdır. (…) Cinnete yaklaşan vehimlerine rağmen cesur, vehimleri sebebiyle ancak zulüm sözüyle tavsifi mümkün bir hayli harekette bulunmuş olmasına rağmen rahim, asla mutaasıb olmamakla beraber dindar, saltanatının şerefini korumak üzere sarayının debdebesine dikkat etmekle beraber hemen hemen hasis denecek derecede tasarrufa riayetkâr bir hükümdardı. II. Mahmud’dan sonra gelmiş padişahların en değerlisi olduğu muhakkaktır.
İlber Ortaylı: Dirayetli Türk hükümdarıydı. II. Abdülhamid kişilik olarak IV. Murad’dan ve II. Mahmud’dan beri en güçlü çizgilere sahip hükümdardır. Bu kişilikle II. Abdülhamid’in elli sene önce tahta çıksa İmparatorluğu selâmete götürecek bir idareyi kuracağı söylenebilir.
Hayâli Abdülhamidler
Osmanlı tarihinin en fazla münakaşa edilen ve hakkında en fazla çalışma yapılan hükümdarı şüphesiz Sultan II. Abdülhamid’dir. İdeolojik ve siyâsî tarafgirliklerle öylesine peşin hükümlü ve mutaassıbâne yaklaşımlar sergilenmiştir ki, neticede birbiriyle telif edilmesi mümkün olmayan iki tür hayali Abdülhamid ortaya çıkmıştır. “Kızıl Sultan” ve “Ulu Hakan”.
Cumhuriyet’in ilk döneminde, Tek Parti devrinde, İslâmiyet’ten tamamen tecerrüd ve insılah etmiş yeni bir millet inşa etmek için teşebbüs edildiğinde, Kemalizm bu mutasavver milletin îmân esaslarının yeni kaynağı olarak ittihaz edilmişti. Osmanlı ise, bu yeni dönemin âdeta cahiliye devri ve II. Abdülhamid de irtica adı verilen o karanlık devrin baş aktörü olarak tasavvur edildi.
Yeniden teşkil ve tanzim edilen devletin resmî tarih anlayışında Abdülhamid için, Fransız tarihçi Albert Vandal’ın “Kızıl Sultan” ve İngiltere Başbakanı Gladstone’nun “Büyük Cani” sıfatlarını kullanmakta bir beis görülmedi. Hattâ bu iftiraların yeni yetişen nesillerin zihnine bir hakikat gibi nakşedilmesi için devletin bütün vasıtalarıyla özel bir gayret sarfedildi.
Demokrat Parti’nin 1950 yılında iktidara gelmesiyle birlikte tarih sahasında da ta’dil ve tashih gayretleri tedricen tezâhüre başladı. II. Abdülhamid’le ilgili daha insaflı ve müsbet değerlendirmeler önce muhtelif gazetelerde makaleler halinde görülür oldu. Necip Fazıl’ın 1965’de neşredilen “Ulu Hakan Abdülhamid Han” adlı kitabı bu sahada yeni bir çığır açtı. “Kızıl Sultan” şeklindeki vicdanları yaralayan müfritâne bir yaklaşım böylece ilk müsait zemini bulduğunda tabiî olarak “Ulu Hakan” tarzında mukabil bir neticeyi doğurdu. İfrad kaçınılmaz olarak tefride sebep oldu. Necip Fazıl’a göre Meşrûtiyet, “Bir takım fikirsiz Makedonya kabadayılarının ruhuna gem takmış ve kör hamlelerini istismara yol bulmuş teşkilâtlı Yahudilik, Masonluk ve Dönmeliğin eseridir…”
Yılmaz Öztuna’nın, “Abdülhamid’in savunulması mümkün olmayan şahsî kusur ve siyâsî hatalarını bile bile keramet derecesinde göstermek modası” diye tarif ettiği ve zamanla Necip Fazıl’ın dahi geride kaldığı bir mecra açılmış oldu bu defa. 1980’li yıllardan sonra akademik sahada yapılan çok sayıdaki yerli ve yabancı çalışmalarla bu fasid daire de önemli ölçüde kırıldı. Artık günümüzde Sultan Abdülhamid ve devriyle ilgili çok daha sağlıklı, muvazeneli ve hakkaniyetli ciddî çalışmalar yapılmakta ve eserler verilmektedir. “Haydar Ağa ve Haydo”luğun müfritâne telâkkilerinden sıyrılıp âdil ve makul bir “Haydar” çizgisine yaklaşıldığı söylenebilir.
Günümüzde “Kızıl Sultan” telâkkisi nerdeyse tamamen zâil olmuştur. Aydınlık ve benzeri Ortodoks-Kemalist bazı çevrelerde zaman zaman tezâhür etse de, arkeolojik çalışmaları hatırlatan bir gayretin ötesinde fazla bir mânâ ifâde etmemektedir. Ancak, aslî zemininden koparılarak siyâset alanına taşınmış bir “Ulu Hakan” tasviri hâlen ve bilkuvve/potansiyel olarak ciddî bir kullanım değeri taşımaktadır.