“Tarihte tahrif edilmiş birçok şahsiyetler vardır. Bazılarının kahramanlaştırılmasına mukabil, bazıları da ejderleştirilmiştir. İkinci Abdülbamid işte bu ikinci zümredendir.”
Mâbeyn Başkâtibi Tahsin Paşa: Sultan Hamid’in devr-i saltanatına ait neşriyat, ekseriyeti itibariyle o devrin hakikatlerini bilmeyen ve bütün malûmatı kıymetsiz dedikodulara istinad eden kimseler tarafından yazılmış eserlerdir. Bu eserler okunduğu zaman insana öyle gelir ki; Abdülhamid devrinin bütün seyyiatı Padişah’a aittir. Vakıa Sultan Hamid çok müstebid bir padişah idi, hayat ve saltanat onun için bir gaye idi (...) ancak Abdülmecid’in “Kuruntulu oğlum” dediği Abdülhamid Efendi’den o tanıdığımız Sultan Hamid’i çıkaracak sebepler yalnız onun vehmi, hayat ve saltanat sevgisi değildir. Memleketin en ücra köşesinden Saray’ın en kuytu noktalarına kadar her tarafa girmiş bir ahlâkî sefalet vardı. Sultan Hamid bana, “Görüyorsunuz, memleketimiz muhteris ecnebilerin cevelângâh-ı seyyiâtı olmuş, buna karşı bizim için hiç uyumamak, daima müteyakkız bulunmak farz-ı ayın olmuştur” demişti.
İbnülemin Mahmud Kemal İnal: Dini salâbeti müsellem bir Müslim idi. Ferâizi diniyyeyi edâda asla tekâsül etmezdi. Sultan Abdülhamid merhum, Namık Kemal’e atfedilen; “Kahr oldu din ü devlet şeâmetinde, Mülkü bitirdi gitti zulüm ile kahrolası” zâlîmâne beytine müstahak olmadığı gibi, yine Kemal’in bir arizasında tavsif ettiği veçhiyle, “İmamı Rabbani’yi zaman ve bihakkın padişahı âlemyan” da değildi. Ermenilerin mefsedetlerini defetmeye çalışması üzerine Fransız tarihçilerinden Sorel iftiraya teşebbüs ederek “Kızıl sultan” namını tevcih etmekte, öteden beri İslâm ve Türk hakkındaki adavetini izhar eden Gladstone “Büyük Cani”, Anatol Frans “Evham despotu” demekte utanmamışlardır.
Abdurrahman Şeref Efendi: Hengâmı ikbalinde, ‘Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur’ mısraını okuyanlardan bir çoğunun cenaze namazında Bâki’nin, “Kadrini senki musallâda bilüb ey Bâki, / Durub el bağlayalar karşına yaran saf saf ” beytini hatıra getirmeleri hüsni hâtimesine delil ve kaderin garip cilvelerindendir.
İsmail Hami Danişmend: Tarihte tahrif edilmiş birçok şahsiyetler vardır. Bazılarının kahramanlaştırılmasına mukabil, bazıları da ejderleştirilmiştir. İkinci Abdülbamid işte bu ikinci zümredendir. Saltanatı devrinde muhâlifleri tarafından yabancı memleketlerde ve hal’inden sonra da düşmanları tarafından Türkiye’de yazılmış eserlerde bin türlü mübalâğalarla yalnız kusurlarından bahsedilmiş ve gene bin türlü iftiralar atılarak kanlı ve korkunç bir tip haline getirilmiştir. İkinci Abdülhamid’in bir takım büyük kusurlarıyla çok kötü icraatına mukabil çok büyük meziyetleriyle birçok iyilikleri de vardır. Halim, sabur ve rahim bir şahsiyet olan Sultan Abdülhamid’in en kuvvetli cephesi harici siyâsetinde gösterilir. Saltanatının son yıllarında meşrûtiyetin iâdesine karar vermiş ve imparatorluk bünyesine uyacak bir Kanun-ı-esasi tedvin ettirmek için saray mütercimlerine bütün ecnebi teşkilât kanunlarını tercüme ettirmeye başlamıştır.
Orhan Koloğlu: Türkiye’deki iki eğilimde bir imparatorluk kaybetmenin psikozu hissedilir. Abdülhamid’i yerenler İttihatçıları aklamaya çalışırlar. Onu Ulu Hakan sayanlar ise, sorumlulukları İttihatçılara yüklemenin taktiği olarak yüceltir de yüceltirler. Yabancılara gelince, doruğuna erişmiş emperyalizmin Osmanlı toplumuna yönelttiği oyunları örtbas etmenin gereği olarak, ona yüklenirler de yüklenirler (…) Görülüyor ki, şartların izin verdiği oranda elinden gelenin en uygununu yapmaya çalışan bir yönetici var karşımızda. Niyetleri ne denli iyi olursa olsun bu şartlar onun “Ulu Hakan” olmasına izin vermiyordu. Diğer yandan onu “Kızıl Sultan” diye aşağılamaya çalışanların şimdi bunu hiç kullanmadıkları da dikkatlerden kaçmıyor. Demek ki bu da artık geçersiz ve o zamanki davranışlarında haklılıklar var. Kısacası, “Ne Ulu Hakan, Ne Kızıl Sultan Sadece Abdülhamid Han.”