Said Nursî “Eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlal” ifadesini II. Meşrûtiyet devrinde, 1910-1911 yıllarında, meşrûtiyeti ders vermek maksadıyla şark vilâyetlerine yaptığı seyahatte mahallî aşiretlerle olan münâzaralarında dile getirmiştir.
Günümüzde de zaman zaman mürâcaat edilerek kullanılan bu ifâdeyle esas olarak, eski ve yeni iki siyâsî sistemin mukayesesiyle ilgili nihâî bir tesbit yapılmaktadır.
“Eski Hal” olarak kastedilen sistem, 1878-1908 yıllarında tatbik edilen ve o devre âit literatürde “istibdad” olarak isimlendirilen mutlakıyet idâresidir. “Yeni Hal” ile de, 23/24 Temmuz 1908’de tekrar tatbik edilmeye başlanılan meşrûtiyet idâresi (II. Meşrûtiyet) kastedilmektedir.
Bu ifâde, mâzide kalmış târihî bir tesbit olmayıp günümüzde ve istikbalde de istifâde edilebilecek siyâsî bir ölçü ve mîzandır. Zîra Said Nursî, sistemin isminden ziyâde “müsemmâ”sıyla alâkadardır. Yâni ona göre idârî sistemin ismi değil mâhiyeti, tatbikatı ve mânâsı asıldır. Bu noktayı nazarını, “meşrû hakikî meşrûtiyetin müsemmâsına ahdü peyman ettiğimden, istibdad ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libâsı giysin ve ismini taksın, rast gelsem sille vuracağım.” diyerek ifâde etmiştir. Bunu da, İttihat ve Terakki’nin içerisindeki bazı unsurların II. Meşrûtiyet dönemindeki faaliyetlerini, “ismi meşrûtiyet ve mânâsı istibdad olan ve İttihat ve Terakki ismini de lekedar” eden faaliyetler olarak târif edip muhalefet etmekle fiilen ortaya koymuştur.
Said Nursî’nin “meşrûtiyet” ve “istibdad”ı nasıl târif ettiği ya da neyi kasdettiği daha ziyâde ehemmiyet arz etmektedir. Tâbir olarak, şarta bağlı veya belirli şartlarla tahdid edilmiş idârî sistem mânâsına gelen meşrûtiyet siyâsî literatürde kabaca, sultanın güç ve hâkimiyetinin halk tarafından seçilmiş meclisler vasıtasıyla sınırlandırıldığı ve bunun anayasa ile teminat altına alındığı siyâsî bir sistem olarak târif edilir. Said Nursî de eserlerinde meşrûtiyeti, “hâkimiyet-i millet” olarak ele almakta ve bunun tatbik ve tahakkukunu da, “efkâr-ı ammenin misâl-i mücessemi olan mebûsanın” hâkimiyetinde görmektedir. Yâni meşrûtî sistemin temel bir esâsı, halk tarafından seçilmiş meclisin siyâsî sistemin hâkim unsuru olmasındadır. Bunun için de, meclisi teşkil eden “mebusların hür olması, hiçbir tesir altında olmaması” iktiza etmektedir. O, “şimdi meşrûtiyettir; hâkim şahs-ı mütehakkim değil, belki meşveretin ruhu olan efkâr-ı ammedir.” diyerek, sistemin tâyin edici unsuru olarak şahsı değil milletin genel temâyülünü temsil eden- ya da etmesi iktiza eden- meclisi görmektedir.
Said Nursî’ye göre mesele meclis hâkimiyetinin tesisi ile de bitmemektedir. Meşrûtiyeti nûrânî bir varlığa benzetir. Ve o “vücûd-u nûrânî”nin hayatını da kuvvet ile değil, ancak hukuk ile devam ettirebileceğini söyler. Sistemin lisânı/söylemi muhabbet ve sevgi, aklı da şahıs değil kanun olması gerekmektedir. Çünkü “meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir.”
İstibdad sisteminde ise, “kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tâbî edebilir.” Çünkü Said Nursî istibdâdı, “tahakkümdür, muâmele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, rey-i vâhiddir.” şeklinde târif etmektedir. İstibdâdın mümeyyiz vasfı ve karakteri, sistemin, herhangi bir mesûliyet altında bulunmayan ve “bir ince tel gibi her tarafa çevrilmeye müstaid olan” bir şahıs ve onun keyfî tasarrufları altında olmasındadır. Sistem o şahsın arzusu istikametinde tanzim edilecektir. Sistem içerisinde hâkim olan unsurun kendisine ve kendi muhîtine bir imtiyaz takarak “başkasına haşerat nazarıyla” bakması, o sistemin istibdad ile kirlenmiş olduğunun işaretidir. Böyle bir durumda “ittihâdı” ve millî birliği muhafaza etmek zorlaşacak, “nifakın” ortaya çıkma tehlikesi ise artacaktır.
Mütehakkim ve otoriter bir sistem Said Nursî’nin nazarında,“semerât-ı sa’yi istihlâkla istikbale istidbar” eden bir sistemdir. Yâni bütün himmet ve gayretleri tüketip akîm bırakan ve âdeta istikbâle sırtını dönerek geriye gitmeyi netice veren bir sistemdir. Bir nevi irticâdır.
Said Nursî’ye göre ayrıca, târif ettiği veçhiyle meşrûtiyet sisteminin tesis ve tatbik edilmesi aslında milletin “sinn-i rüşde bülûğunu ve vasîye adem-i ihtiyacını” göstermektedir. Milletin kâfi derecede bir demokratik olgunluğa eriştiğinin, artık reşid olduğunun ve vesâyete ihtiyacı bulunmadığının tezâhürüdür.
“Eski Hal” ve “Yeni Hal”i ana hatlarıyla özet olarak bu şekilde ortaya koyduktan sonra, Said Nursî’ye göre “Eski Hal” neden muhâldir ve “Yeni Hal”e riâyet edilmemesi durumunda akıbet neden izmihlâl olacaktır bahsine geçebiliriz.
Şerh çalışmalarınızı mail adresimize gönderebilirsiniz.
[email protected]