Sırma kendi nokta-i nazarına göre, hâdiseleri farklı bir tarihi sıraya koyarak anlatmaktadır.
Onun yeniden tanzim ettiği şekle göre hâdiseler şu şekilde seyretmiştir: Bediüzzaman 1908-1909 yıllarında koyu bir meşrûtiyetçi olarak İttihat ve Terakkiyle beraber Abdülhamid’in aleyhinde faaliyette bulunmuştur. Sonra İttihatçılara karşı isyana hazırlanan Kürtleri bundan vazgeçirmek üzere Doğu’ya gitmiş ve onlara meşrûtiyeti anlatarak isyandan vazgeçirmiştir. Fakat İstanbul’a tekrar geri geldiğinde İttihatçıların gerçek yüzünü görmüş ve bu sefer onlara da karşı çıkmıştır. O zaman da İttihatçılar onu hapse atmış ve Bediüzzaman da işin farkına ancak hapse atıldığında varmıştır.
Sırma’nın, tamamen farklı bir mânâ ifâde edecek şekilde yeniden tanzim ettiği hâdiselerin aslını tarihî sırasına göre daha evvel tahlil ettiğimizden sadece ana hattını hatırlamak kâfidir. Bediüzzaman’ın hapse girişi İstanbul’a ikinci gelişinde değil birinci İstanbul döneminde 31 Mart hâdisesi üzerinedir (1909). Hapisten sonra bir pişmanlık içerisine girmemiştir. Bilakis Doğu’ya giderek aşiretlere meşrûtiyeti anlatması hapisten tahliye olduktan sonradır (1910-1911). İkinci defa İstanbul’a gelişinde ise tekrar bir hapis mevzubahis olmadığı gibi Sultan Reşad’ın Rumeli seyahatine iştirak etmiştir.
Bediüzzaman’ı ikinci defa İstanbul’a geldiğinde hapse koyan Sırma, onu pişman olmuş olarak takdim etmek için tekrar Bediüzzaman’ın ifâdelerine mürâcaat etmiştir. Fakat bu sefer de delil olarak gösterdiği ifâdeleri, Bediüzzaman’ın Meşrûtiyet’in üçüncü günü îrâd ettiği nutkundan almıştır. Yâni Bediüzzaman’ın “ Birkaç dönmenin oyununa gelerek meşrûtiyetin propagandasını yaptığı ”nı düşündüğü dönemde îrâd ettiği nutkundaki ifâdeleri, dört yıl sonra “İntibaha gelmesinin” delili olarak kullanmıştır. Sırma, Bediüzzaman’ın 1909’daki hapsini üç yıl sonraya nakledince, Hürriyetin üçüncü günü İttihatçıları hedef alan îkazlarını da dört yıl sonra yapılmış itiraflar haline sokmakta bir beis görmemiştir.
Bu arada Sırma’nın gayrımüslim milletvekilleriyle doldurulduğunu söylediği Meclis-i Mebusan’da da toplam 281 mebusun ancak 48’nin gayrımüslim olduğunu belirtelim. Sırma burada da muhtemelen 1908 Meclis-i Mebusan’ını 1877’deki Meclis-i Mebusan’la iltibas etmiştir. Çünkü 1877’de meclisdeki mebusların üçte biri (50/150) gayrımüslimdi.
Sırma eserinde, Bediüzzaman’ın Abdülhamid’e hangi noktalardan ve nasıl bir muhâlefet içerisinde olduğuna dair müşahhas bir hâdiseye ve bununla ilgili herhangi bir değerlendirmeye yer vermemiştir. Sadece, Bediüzzaman’ın meşrûtiyeti sahiplenmesinin hata olduğunu ve buna sonradan kendisin de pişman olduğunu göstermeye gayret etmektedir. Aslında, mezkûr eserin önsözündeki şu ifâdeleri, Sırma’nın Bediüzzaman’ı neden tenkid ettiğinin asıl sebebini ortaya koymaktadır: “Hâlâ Demokrasi türküleriyle sizleri uyutuyorlar. Unutmayınız ki demokrasi, rahat uyumanız için bir ninni değil, rahat sömürülmeniz için bir afyondur. Afyonkeş olduğunuz yeter olsun artık! ”
Sırma’nın bu ifâdelerinden anlaşılmaktadır ki, yazarın esas derdi Abdülhamid’e itiraz edilmesi ya da Sultan’ın tenkid edilmesi falan değildir. O Bediüzzaman’ın meşrûtiyeti İslâm adına sahiplenmesine karşıdır.
Sırma, gayrımüslimlerin idareci ve milletvekili olması, Müslümanların gayrımüslimlerle dost olması ve Allah’ın hükmüyle hükmetme gibi meselelerde Bediüzzaman’dan farklı düşünmektedir.