"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Adem-i merkeziyet ve Bediüzzaman

Orhan DİNDAR
01 Nisan 2015, Çarşamba
Bediüzzaman’ın bilhassa Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerde muhtar/özerk bir siyasî yapı teşkilini desteklediği şeklindeki hatalı değerlendirmeler, zaman zaman gündeme taşınarak tartışılmaktadır.

Geçen günlerde HDP Milletvekili Altan Tan’ın bir gazeteye verdiği mülâkatta yaptığı bazı değerlendirmeler benzer bir tartışmayı tekrar ortaya çıkardı. Altan Tan’ın birçok isabetli değerlendirmelerinin arasında Bediüzzaman’a mal ettiği bazı şahsî fikirleri var ki oldukça problemli.

Biz Sayın Tan’ın fikirlerini müzakere etme niyetinde değiliz. Ancak düşüncelerini açıklarken onun da temas ettiği, Bediüzzaman’ın “Muhtariyet, Federasyon v.b.” siyasî sistemlerle ilgili fikirlerini tahlil etmeye gayret edeceğiz. Said Nursî’nin bu konuyla ilgili fikir ve telâkkilerinin, mezkûr konular etrafında hararetli tartışmaların yapıldığı ve tamamen farklı—iltibas edilmemesi iktiza eden—iki ayrı döneme ait olduğu nazardan uzak tutulmamalıdır. Birincisi, tartışmaların Prens Sabahaddin Bey’in “adem-i merkeziyet” fikri üzerinden yapıldığı, I. Meşrûtiyet’in ilânını takip eden günlerdir. Diğeri ise, apayrı bir zemine, Mütareke devrine, İstanbul’un işgal günlerine aittir. Bu makalemizde tarihi sıraya bağlı kalarak evvelâ “adem-i merkeziyet” eksenindeki tartışmaları ele almakla iktifa edeceğiz.

“Teşebbüs-ü Şahsî ve Adem-i Merkeziyet” isimli bir cemiyet kuran Prens Sabahaddin, II. Meşrûtiyet’in ilânından sonra İttihat ve Terakki karşısındaki yegâne siyasî güç olan Osmanlı Ahrar Fırkası’nı desteklemiştir. Sabahaddin Bey ile İttihatçılar arasında özellikle de “Adem-i Merkeziyet” fikri üzerinden sert münakaşalar yaşanmıştır. Prens Sabahaddin’in “adem-i merkeziyet” fikri günümüzde dahi bazen yanlış değerlendirilmektedir. Üstelik bu yanlışlık Bediüzzaman’a da sirayet ettirilerek mesele farklı mecralara taşınmaktadır. Prens Sabahaddin’in, unsur ve milliyet esaslı siyasî bir muhtariyet teklif ettiği, Bediüzzaman’ın da bu fikre esastan karşı olmayıp sadece zamanlamasını uygun görmediği, ileride bu tarz bir muhtariyete gidilebileceği fikrine cevaz verdiği şeklinde bâtıl ve fâsid bir hüküm istihraç edilmektedir. Halbuki biraz daha dikkatli bir okuma yapılsa, vaziyetin tamamen farklı bir mâhiyette olduğu kolaylıkla anlaşılabilecektir.

Prens Sabahaddin’in “Adem-i Merkeziyet”i

Eylül 1908’de, İttihat ve Terakki’nin yayın organı olan Tanin Gazetesi’nin başyazarı Hüseyin Cahit; Prensin fikirlerinin halk tarafından anlaşılmasının zor olduğunu ifade ederek; “taharri etmekte şimdi bir fâide” göremediğini beyân eder. Hatta; “suret-i ifratperverânede tefsir edilecek olursa o zaman adem-i merkeziyet vâdilerine düşülmüş, Osmanlı memleketi inkıraz ve izmihlâle doğru götürülmüş olur” diye endişelerini açıklar. Makalesinin sonuna doğru da; “Adem-i merkeziyet tâbiri ile vilâyet meclisleri teşkili, nahiye nizamnamesinin tatbiki isteniyorsa, buna hiç itirazımız yoktur. Zaten bu yolda kanunumuz vardır. Bu kanunun memleketimize hakikaten faydası olacağına eminiz” diye yazar.

Birkaç gün sonra yine Tanin’de Prens’i muhatab alan başka bir makale daha neşredilir. Makalede; “Tevsi-i mezuniyetin mânây-ı içtimâiyeden mânây-ı siyâsiye doğru ilerletilmek” istendiği ifade edilerek efkârı umumide bir kargaşa yaşandığı belirtilmektedir. Sabahattin Bey’den tereddütleri izale edecek “kat’i ve sarih bir izahat” taleb edilir.

Sabahaddin Bey bu izahı birkaç gün sonra düzenlediği bir konferansta yapar: “Bazı vatandaşlarımız adem-i merkeziyyeti, muhtariyet-i idare gibi telâkki ediyorlar, burası şâyân-ı tashihtir. Adem-i merkeziyet, adem-i merkeziyyet-i siyasiye ve adem-i merkeziyyet-i idare diye ikiye ayrılabilir. Bizim lüzum gördüğümüz usul, Kânunu Esasi’nin 108. Maddesinde dahi sarahaten münderiçtir. Tevsi-i mezuniyet kat’iyyen Muhtariyet-i idare değildir. Bugün memleketimizde birçok anâsır-ı muhtelife vardır. Bunların umumunun menâfii, vahdet-i siyasiyemize halel getirmemek noktasına matuftur.” 

Sabahaddin Bey gâyet sarih bir tarzda maksadının muhtariyet olmadığını, sadece merkezdeki idarî selâhiyetlerin ve yetkilerin kısmen mahallî idarelere devredilmesi demek olan ve mevcud anayasada da ifade edilen “tevsi-i mezuniyet”i kasdettiğini açıklamıştır. Siyasî birliğin muhafaza edilmesinin önemini ise, özellikle vurgulamıştır. İlerleyen günlerde tartışmaların daha da sertleşmeye başlaması üzerine Sabahaddin Bey, İkdam Gazetesi’nde ilâve izahlar yapma ihtiyacı hisseder:

“Vahdet-i Siyasiyye-i Osmaniyyemizin yalnız muhafazası değil tahkimi lüzumunun senelerden beri devam eden neşriyatımızın üssü’l-esâsını teşkil ettiği nazar-ı dikkat ve insafa alınırsa adem-i merkeziyyet programı altında muhtariyyet-i idareye asla taraftar olmadığımız derhal tebeyyün eder…” diyerek, düşüncelerinin kasıtlı olarak saptırıldığını söyler. “Vilâyet memurları, vilâyet meclisleri merkeze karşı yine kundak çocukları gibi sımsıkı bağlı mı kalacaklar?” sualiyle esas maksadını izaha gayret eden Prens, “Adem-i merkeziyet-i idârî unvanı altında öteden beri isteyegeldiğimiz ıslâhat, vali ve diğer memurlarının selâhiyetini arttırmak, mecâlis-i umumiyeyi bir an evvel açtırmaktan ibaret kalıyor” diyerek makalesini tamamlar.

Görüldüğü gibi Prens, “adem-i merkeziyet” olarak ifade ettiği fikrinin siyasî olmadığını, idarî bir ıslâhattan bahsettiğini, asla “muhtariyet” ve benzeri usûlleri kastetmediğini ısrarla tekrarlamıştır. Siyasî birliğin muhafazası ve tahkim edilmesi hususuna ise, bilhassa ehemmiyet atfettiğini de mükerreren beyân etmiştir. Bu tarz idarî bir adem-i merkeziyetin ise iftirak ve ayrılığı değil bilâkis siyasî birliği tahkim edeceği ve kuvvetlendireceği düşüncesindedir.

Bediüzzaman’ın “Adem-i merkeziyet” Telâkkisi

Bediüzzaman, Prens Sabahaddin Bey’in “adem-i merkeziyet” fikrine dâir mülâhazalarını; “Prens Sabahaddin Beyin Sû-i Telâkki Olunan Güzel Fikrine Cevap” başlıklı makalesiyle beyân etmiştir. Gayet kısa, fakat zengin bir muhtevaya sahip olan bu makaleyle ilgili daha detaylı bir çalışma yapılmasına ihtiyaç olduğu, özellikle de son günlerdeki tartışmalarla bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Bediüzzaman makalesinin ilk paragrafında; ülkedeki farklı unsurların kendi içerisinde olan millî muhabbetlerini tabiî ve makul karşılar. Ancak, bir bütünün cüzleri olarak ele aldığı farklı milletlere ait bu millî muhabbetlerin birbirleriyle irtibatlandırılması ve bağlanmasıyla bir külliyet ve bütünlük hasıl edilmesini zarurî görür. Bu suretle neticede, “usul-i merkeziye” tabir ettiği müşterek, merkezî bir siyasî yapılanma temin edilecektir. Siyasî tek bir merkez etrafında teşekkül edecek olan bu ittihadın tahkimi ve takviyesiyle de ülkedeki farklı unsurların ahenkli bir terakkisinin temin edileceğini söyler.

Bediüzzaman; farklı unsurlar arasındaki bağları ve irtibat kanallarını koparacak olan “adem-i merkeziyet” fikrine ise, itiraz eder. Ona göre, bilhassa da merkezî aidiyet hissinin zayıfladığı bir zemin ve iklimde, hangi suret ve niyetle olursa olsun “adem-i merkeziyet” fikrinin ortaya atılması kontrol edilemeyecek menfi gelişmeleri tetikleyecektir. Böyle bir fikir, mevcud siyasî merkezden ayrılma arzularını teşvik edeceği gibi, “tevsi-i mezuniyet” şeklindeki izahlar ile de izâle edilemeyecek iftirak ve ayrılık taleplerini doğuracaktır. Bu tarz temâyüller ise, Osmanlılık perdesini yırtarak millî birliği tahrip edecektir. Neticede meşrûtiyet (demokrasi) ile elde edilmiş olan kazanımlar da zâyi edilecektir. Önce muhtariyete ve sonra istiklâliyete kadar gidecek olan kapıları açılacaktır. Bu suretle teşekkül edecek müstakil siyasî birimler arasında ortaya çıkacak olan menfi rekabet ve birdiğerine tahakküm etme arzusu öyle bir keşmekeş ve kaosu netice verecektir ki, hürriyetin bütün güzellik ve menfaatlerini alıp götürecektir.

Bediüzzaman, Sabahaddin Bey’in “tevsi-i mezuniyet” şeklindeki idarî ıslâhat fikirlerinin nazarî olarak ele alınabileceği ve müzakere edilebileceğini lâkin hâli hazırda amel edilemeyeceğini, tatbiki için çok zamana ihtiyaç olduğunu ifade eder. Makalesini, şimdi herkesin mükellef olduğu vazifenin İslâmî bir ittihadın teminine gayret etmek olduğunu ifade ederek tamamlar.

Netice Olarak

Prens Sabahaddin “adem-i merkeziyet” fikriyle sadece idarî alan ile ilgili olarak bir ıslâhat teklifi yapmıştır. Bu teklif o günkü mevcud anayasada dahi, “tevsi-i mezuniyet” olarak yerini almıştır. Prensin fikrinin esası, idarî yetki ve selâhiyetlerin sıkı bir şekilde merkezde toplanması yerine imkân nisbetinde mahalli idarelere devredilmesinden ibarettir. “Adem-i merkeziyet-i siyasî” olarak tarif ettiği “muhtariyet” tarzı fikirlere kendisinin de başından beri karşı olduğunu açıkça ve mükerreren beyân etmiştir.

Bediüzzaman da, Sabahaddin Bey’in “tevsi-i mezuniyet” mâhiyetindeki “adem-i merkeziyet” fikrini nazarî olarak müzakereye değer bulmaktadır. Fakat, iftirak meyillerinin/ayrılıkçı arzuların ve unsuriyetperverliğin/ırkçılığın müessir olduğu bir zeminde, sadece yetki ve selâhiyetlerin dağıtılmasına münhasır da olsa bu fikrin tatbikini muvafık görmemiştir. Böyle bir zamanda bu tarz tartışmaların, memleketi parçalanmaya götürecek gelişmelerin önünü açabileceği endişesini taşımaktadır. Zira Bediüzzaman, “meyl-i iftirak marazı” olarak tarif ettiği ayrılıkçı arzuların izâlesini öncelikli ve hayatî bir mesele olarak ele almaktadır.

Ne Prens Sabahaddin ve ne de Bediüzzaman -bilhassa da unsuriyet esası üzerine müesses- bir “muhtariyet” fikrinde olmamışlardır. Prensin teklif ettiği ve Bediüzzaman’ın da “tatbikine çok zaman lâzım” dediği adem-i merkeziyet fikrî, siyasî birliğin muhafaza edildiği bir yapı içerisinde idarî-bürokratik sistemle ilgili olarak yetki ve selâhiyetlerin yeniden tanziminden ibarettir. Muhtariyeti arzu edenlerin, şahsî fikirlerini Bediüzzaman’a istinad ettirmek ve onu me’haz ve referans gösterebilmek niyetiyle, “işaret ettiği tatbik zamanı geldi mi acaba?” diye bir taharriye ya da beklentiye girmeleri, vehmî ve farazî bir delile istinad eden abes ve beyhûde bir iştigaldir.

Esasında, gerek Prens Sabahaddin’in fikri ve gerekse Bediüzzaman’ın onunla ilgili mülâhazaları, tereddüde ve yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek derecede sarih ve berraktır. Lâkin, mukayyed ve tebei nazarlarla yapılan sathi okumalar ve peşin hükümler, haksız ve hatalı neticelere, yanlış tefsirlere sebep olabilmektedir.

Makalemizin başında temas ettiğimiz Sayın Tan’ın açıklamalarında, başka bazı hususlar var ki Mütareke devrine ait olup bugüne kadar üzerinde tafsilatlı bir tarzda pek fazla durulmamıştır. Onlar da ihmal edilemeyecek kadar ehemmiyetli ve müstakil bir çalışma mevzusudur.

Kaynaklar:

1- Nutuk-Eski Said Dönemi Eserleri, Said Nursî, Yeni Asya Neşriyat, 2009.
2- Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? Ve Îzâhlar, Prens Sabahaddin, Ayraç yayınları,1999.

Okunma Sayısı: 5022
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Nahit Topaloğlu

    1.4.2015 12:21:23

    Orhan kardeşim, Ele alınan mevzu, kifayet miktarı ve tatminkâr şekilde işlenmiş.Kalemine sağlık. Bâki selamlar

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı