Son bir kaç yazımız futbola açıldı ancak, mesele ne futbol ne de futbol dünyasının problemlerini nazara vermekti ki, meraklıları spor gazetelerinden öğreniyorlar zaten.
Asıl mesele; rejimin her yeri tahrip ettiği, biat kültürünü geliştirdiği, o çok önem atfettiği sporcunun “zeki, çevik ve ahlaklı” olmaya muvaffak olamadığı bir düzen(sizlik)dir. Madem, özellikle dünya arenasında başarı konuşulur, o halde bu kadar bütçe, bakanlık, federasyon ve kulüp; resmi rakamlara göre 466 bin 445 lisanslı futbolcu var, o zaman bunca emeğin karşılığı nedir bir bakalım. Memleketin kalkınmışlığı nisbetinde ve darbelerden fırsat bulduğu ölçüde iyi kötü futbolu geliştirmiş, 90’ların ortasından itibaren 2002’ye kadar kısmen başarılar gelmişti. Fakat ne yazık ki AKP’nin iş başına geldiği 2002 yılından beri hemen hemen ciddi hiç bir başarı gelmedi. AKP, Türkiye tarihindeki bütün kazanımları bertaraf ettiği gibi, spor camiasını, özellikle Türk futbolunu da içinden çıkılmaz hâle getirdi. Nasıl mı? Evvela siyaset ahlakı çökünce baştan aşağı her yere sirayet ettiğini mafyatik ilişkiler, uyuşturucu ticaretinin, rüşvetin, hırsızlığın kol gezdiği, makam ve mansıbın dolaysıyla maddenin ön plana çıktığı bir düzende kokuşmuşluk mutad hale geldi ki, zaten milyon dolarların konuşulduğu bir arenada bundan payını almaması imkansız gibi..
Gerçi eskiden beri bunlar nisbi olarak vardı, fakat bu kadar alenî ve makro çapta, hem de spor dünyasında yoktu. Bu dönemde öyle bir hal aldı ki, beraber yürüdükleri “raconlu adamlar” kendilerine değip birilerini ele vermeye başlayınca toplum da öğrenmiş oldu. Bu çürümüşlük her yere sirayet edince spor dünyası da bundan nasibini aldı. Hakem mafyası, bahisçilik, şike, parasına para ve katma değer katan, yüz milyonlarca dolar krediyi geri ödemeyip korumaya alınan kulüp başkanları, iktidarın yönlendirdiği futbol kulüpleri, futbolcular, futbol yorumcuları vs. koca bir camia rejimin emrine girdiler. Şikeden tutun, hakem atamalarına, maçların kaderine, ligden düşecek veya şampiyon olacaklara kadar yukarıdan tanzim edilmeye başlandı neredeyse. Dışarda ve içte rekabet, kabiliyetli futbolcu alımını gerektirdiğinden fiyatların artmasına, yüz milyon dolarlara kadar yükselmesi, 2.3. ve yaşlı futbolculara yöneltti ise de onların da fiyatları yukarıda olmasına rağmen kadro zenginliği için tercih edilmesi kulüplerin borç batağına sürükledi. Kamu bankaları, reklam gelirleri kombine bilet ve sponsorluk gibi akarlar sebebiyle musluğu açsa da, FİFA’nın getirdiği finansal Fair Play kuralları kulüpler, Avrupa kupalarından men edilme riskiyle karşı karşıya kaldılar.
İşte tam bu noktada rejime biat bedeline karşılık saray desteğine muhtaç oldular. İşçiye emekliye cimri olan saray, bunlara hem nakdi hemde taşınmaz emvalde cömert oldu. Elbette bunca ulufe ve ianeler de bedel ister. STK’lar ve bir çok kurum gibi spor camiası da kendileri farklı düşünseler de sarayın emrine girdiler. Esasen tek adam rejimi kimseyi muhalif istemez. Muhalefet partilerini bile dizayn eden bir anlayış elbette kulüpleri de itaatkar etti. Bu sebeple muhalif olanları, gerçekten temiz futbol anlayışında olanları hain ilan ederken bir şekilde biat edenleri de baş tacı etti. Gelinen noktada; ligin üstünde parayı bulan iki takım kalırken, Anadolu takımlarıyla (bir ikisi hariç) mesafe iyice açıldı. Tek adam rejiminde temiz futbol ve başarı bekleyenlere duyurulur.