Hemen her yere yayılmış nüfusuyla; bir çok lobi, şirket ve hükûmete sahip, dünyayı arkasına almış Yahudileri kimse durduramıyorsa oturup düşünmemiz lazım.
AP, AB, ABD, BM gibi dünyayı çekip çeviren güçler çoğunlukla
İsrail’i destekliyorsa, sadece! dış dünyadan medet beklemek abesle iştigaldir.
Beyaz Saray’dan jet hızıyla çıkan kararla savaş gemileri Akdeniz’e demir atmışken, İngiliz Kraliyet Donanması da gemilerini bölgeye gönderiyorsa, çeşitli organizasyonlarla halklar Filistin’i desteklese de güçlü lobileriyle hükûmetleri manipüle eden Yahudiler, zulmederken mağduru oynayıp orantısız güç devşiriyorlar.
Durum bu minvaldeyken oturup ağlayacak mıyız, bu kadar aciz ve çaresiz miyiz? Elbette ki hayır. Belki bu günden yarına her şeyi lehimize çevirecek bir yaptırım gücümüz (potansiyel olarak varsa da) yok. Fakat ayağımızı yorganımıza göre uzatıp kör terörü işmam etmekten uzak durarak barışı harekete geçirmeliyiz.
Geçmişte de durumumuz pek kuvvetli değildi, ancak o beğenmedikleri Demirel ile elçilikleri kapatıp Filistin lideri Yaser Arafat’la FKÖ’yü açmıştık ki Filistin’i yine maddi manevî destekleyebiliriz.
Fakat evvel emirde barış ve huzura ihtiyaç var. Ne çare ki, İslâm âleminde; kan kokusu, zulüm korkusu, adalet kuşkusu, istibdat süngüsü, haksızlık sürgünü bitmedikçe barıştan huzurdan söz edemeyiz.
Karanlık bir tablo çizmek istemeyiz, ancak tam da gecelerin karardığı bir zaman tünelinden geçiyoruz.
Hani şairin bir asır evvel “Ya Rab, yok mu bu kararan gecelerin sabahı” dediği gibi tekrar bir yakarış vetiresindeyiz. Fakat, Hacda en lüks otellerde konaklıyor yüz çeşit yemekle Resul-i Ekrem’in (asm) açlıktan midesine taş bağladığını anlamaya, onun ayak bastığı mekânları idrak etm(me)eye çalışıyoruz, ki yüz metre ötede açlıktan kıvranan fakir fukara varken duayla aramızda berzahî etvarlar örüyoruz.
Devletlerimiz ise; hürriyetten uzak, istibdat içinde milleti yönetirken, şatafatla saraylarda altın kaplamalı tabaklarla midelerini taşırırken, çöpten ekmek toplayan vatandaşa yamalıklı elbiseyle Hilafet eden Hz. Ömer’in (ra) adaletinden söz ediyorlar. Her birinin Yahudi bankalarında, bilmem kaç hesapta milyar dolarları varken “ey İsrail” naraları düşmanı bir yerleriyle güldürüyor. Eskiden İngiliz, Fransız, İtalyan sömürgesi altındaydık, şimdi petro-dolar tüccarlarımız tarafından sömürülüyoruz. Milletin yüzde 90’ı aç, sefalet içinde İslâm âleminden kaçıp Hıristiyan âleminde mülteci olurken, Batı düşmanlığı yapıyoruz, ki nereden bakarsanız tutarsızlık..
Çok bilinen bir anektod;
Hülagû Bağdat’ı işgal ettiĝinde yakıp yıkıp yüzbinlerce insanı katledince alimlerden bir temsilciyi (Kadıhan) çadırına çağırır.
“Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?” Kadıhan;
“Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal, mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hakk da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der.
Hülagû: “Peki, beni buradan kim gönderebilir?”
Kadıhan: “O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın.”
Özetle; her şey bizim elimizde, biz doğru olur ve İttihad-ı İslâm’ı tesis edersek, İsrail o zulmüyle bir dakika orada duramaz.