Şapka, tashihle çok alâkalı, aynı zamanda ucu mânâya da dokunan bir noktalama işâretidir.
Aradaa Sırada yazılarımı göndermeden önce defalarca kontrol etmeme rağmen, neşrinden sonra bir tashih pürüzü, -çoğu defa bir şapka- nazarlık kabîlinden ya fakirin gözüme çarpar veya bir başka kalem erbâbınca fark edilir.
“Mezhebim haktır; hatâ ihtimali var. Başka mezhep hatâdır; sevâba ihtimali var.” demiş ya bir tahtieci. Nefis de öyle!
İnsan kendi hatâsını kolay fark edemiyor:
İlk mektepteyken tatillerde Kur’an öğrendik, hatmettik. Tecvidden hiç bahsetmeden, hocamız tecvidli Kur’an öğretmiş; haberim(iz) yok. “Men yağmel” okuyorum, hoca “mey yağmel” diye düzeltiyor. İtiraz ne mümkün, gözümün gördüğünü değil hocanın söylediğini tekrarlıyorum: Mey yağmel…
Her nasılsa Yâsîn’de bir kelimeyi zihnime yanlış yerleştirmişim.Yâsîn ezberimde değil maalesef. Câmilerde, cenâzelerde vs Yâsîn dinlediğimde dikkat kesiliyorum. Bakalım bu hoca da mı yanlış okuyacak? “Fî şuğulin!” Hayret, bu hoca da yanlış (!) okudu yahu! “Fî şuğûûlin” diye çekmedi.
Yâsîn suresini çocuk aklıma göre bütün hocalar yanlış okuyordu iyi mi? Ne zamana kadar? Bir gün Düzce Merkez Câmiinde Hâfız Hasan’ı Yâsîn okurken dinleyene dek.
Türkiye’nin her tarafına yüzlerce hâfız yetiştirmiş çok meşhur bir hocaefendiydi Hâfız Hasan. Merkez Kur’an kursunun baş müderrisi. Düzce’nin imamları her gün öğleye iki saat kala Merkez Kur’an Kursuna gelir, huzûrunda Sübhâneke okurlardı. (Yaz tatili boyunca bir Sübhâneke’yi geçemeyişlerine, koca koca imamların her gün Sübhâneke okuyuşlarına bir türlü mânâ veremezdim)
Bir ikindi namazı öncesi Yâsîn okumaya başladı merhum. “…Fî şuğulin...” “Hayret! Koca Hâfız Hasan da yanlış okuyor ???!!!” diyordum ki (ilk okul 5’teydim) “Ulan Nahit, bu okuyan Hâfız Hasan. Ahmak, bir baksana Kur’an’a!”
İlk işim namaz sonrası Yâsîn’i açmak oldu ve Yâsîndeki hatâmı gördüm. Yoksa kaç hocaefendi daha Yâsîn’i yanlış (!) okuyacaktı Allah bilir.
* * *
“Yanlış bilgiler, paslı çiviler gibidir; çıkarılması zordur.” Kişi bir şeyi yanlış öğrenmiş ise, doğrusunu kabulde zorlanıyor. Hani 2 parmak daktilo öğrenenler 10 parmağa geçmekte zorlanır; hiç klavye başına oturmayan bir kişi, çok daha kısa sürede öğrenirmiş ya.
Makale tashihlerinde karşılaştığımız şehir efsanesi yanlışlardan biri de Üstâdın Sibirya Kosturma’da esâretidir.
Üstad Kostroma’da (Kosturma değil) esir kalmıştır ama Kostroma’nın, Sibirya ile alâkası yok; Rusya’nın batısındadır.
Bir zaman Yönetim Kurulunca Risâle Tashihi için bazı kardeşlere Nurlar taksim edilmiş; fakire de Emirdağ Lâhikası II düşmüştü. Lâhika kısmı bitince, EKLER bölümüne geçmiştim: Şahıs Bilgileri, Yer Bilgileri, Âyet İndeksi, Hadis İndeksi, Şahıs İndeksi, Yer İndeksi, Genel İndeks bölümlerini de tashihe başlamıştım. Öyle anlaşılıyor ki, “kes-yapıştır” tarzında yüklenivermiş bu bölümdeki çoğu bilgiler, fakirin eline gelene kadar baştan sona hiç kontrol edilmemiş, kesilip yapıştırılmıştı. Bu tashihimde bütün “Kosturma”ları “Kostroma” diye düzeltmiştim.
İşte bu sırada Düzce il Meşveretimiz, “Risâle basımında, diksiyon hatâlarını asgarîye indirecek bir imlâ için çalışma yapılması”nı Bölge toplantısına götürmüştü. Gülen grubunun, sâdeleştirme (!) paravanında Risâleleri sahteleştirme icraatına denk geldiğinden, buna duyulan öfkenin gazabına uğramıştı teklifimiz. Bölgeden zorlukla geçirebildiğimiz o teklif, sevk edildiği komisyonda derin uykusundan uyandırılacağı günü beklemekte.
Bana Emirdağ II tashihini tebliğ eden Yönetim Kurulu üyesi kardeşimize, misâfireten iştirak ettiği mezkür bölge toplantımızda, tashihlerde imlâ birliği için bir fikir sorayım demiştim; balon(um)a iğne değdi. Meğer bu kardeşimizin tashih anlayışı çook farklıymış. Anlatmaya çalıştığım hususlar, onu hiç meşgul etmemiş bile.
-Yani senin istediğin tashih, metinde ‘kitap’ yerine sehven ‘mitap’ çıkmışsa onu düzeltmemiz mi?
-Evet!
- O zaman bize ne gerek var kardeşim? Ortaokul öğrencilerine dağıtın Nurları; mitapları kitap yapıversinler…
* * *
Final, gazetemizin bir kıdemli yazarından gene şapkayla ilgili.
Çift şapka gerekirken ihmal edildiğinden kafasına sıcak vurmuş kelime, cümlenin de başını döndürmüş:
“…Sizi mesaj yağmuruna tutuyor. Size nurculuğun ilk haykırışı ile haykırıyor. Kırık dökük taşlar, âleme sesleniyor hala.”
Hala yaşıyorsa, kırık dökük taşların hâlâ seslenişlerini duyar sanırım. Fakat “Şapka Deyip Geçmeyin!” seslenişimi gazetemiz yazarlarına bile duyuramıyorum; soluğum yetmiyor zâhir. Vâ esefâ!