Türkçede işaret anlamlı sözler denince ilk akla geliverenler “bu, şu, o, bunlar, şunlar, onlar” dır.
Eskiden “İşbu” biçiminde işaret anlamlı bir kelime çok kullanılırdı. Hani İngilizcedeki “the” gibi. Herhangi bir şey değil, belirli bir varlık için “işte bu” manasına “işbu” kullanılırdı. Şu, denemeyecek kadar yakınsa; bu, diyoruz. İngilizcedeki “the” hassâsiyetini karşılayan “işbu”, kısmen hukuk yazışmalarında hayatiyetini korumaya çalışıyor; aslında maalesef can çekişiyor: İşbu belge…
Bu arada, herhangi bir maksatla imtihanlara girecek olan okuyucularımız için hap şeklinde bir dilbilgisi formülü:
İşaret manası taşıyan söz, sıfat değilse zamirdir. Peki, sıfatı nasıl tanıyacağız?
Sıfatın şartı 3’tür. İkisi içinde (kelimenin kendisinde ), biri dışında ( kendisinden sonra).
İçindeki şartlar: Necâsetten tahâret!? Pardon, karışıklık oldu. Sil baştan.
İçindeki şartlar: 1. Sıfat tekil olur. (Çokluk eki almaz) 2. Sıfat yalın olur. (Hâl eki almaz)
Dışındaki şart: Kendisinden sonra isim gelir.(sıfat tamlaması)
Kısaca; tekil, yalın, isim.
Çokluk eki aldığından “bunlar, şunlar, onlar” zaten sıfat olamaz, daima zamirdirler. Bu, şu, o; tekil ve yalın oldukları için hem sıfat, hem zamir olabilirler. Kararımızı 3. şarta bakarak vereceğiz. Kendisinden sonra gelen isimle tamlama kurmuşsa sıfat, değilse zamirdir.
Bu kitabı okudum, sıfat; bunu okudum, zamir.
İşaret anlamlı sözden sonra virgül varsa sıfat olamaz, çünkü 3. şart yok. Yani isimle tamlama kurması önlendi.
O, kitaba bakmadı; şahıs zamiri.
O kitaba bakmadı; işaret sıfatı.
* * *
Bu: En yakındaki kimse veya şey için kullanılır: Bu kitabı al.
Şu: 1. Bu, kelimesine göre biraz uzak olanı, çok uzakta olmayan kimse veya şeyi işaret için kullanılır: Şu çocuk neden gülüyor?
2. Herhangi bir mesafe ifadesi taşımadan işaret için kullanılır: İnşaallah şu yolculuktan bir dönsün de…
O: 1. Tekil üçüncü şahsı gösterir.
2. Uzakta olup hakkında konuşulan kimse veya şey için kullanılır:
O günü unutamam. (işaret sıfatı)
Onu en son şu ağacın dalları arasında öterken gördüm. (işaret zamiri)
Onun tatlı sohbetleri unutulur mu? (şahıs zamiri)
Gerçi hem mekân hem de zaman bakımından uzaklık-yakınlık izâfîdir. Üstadımızın bu husustaki ifadeleri ne kadar saadet-bahştır:
“Birimiz dünyada, birimiz ahirette, birimiz şarkta, birimiz garbda, birimiz şimalde, birimiz cenubda olsak; biz yine birbirimizle beraberiz.”
Ya ismi yıllarca gizli kalmış şairemizin ciğersûz mısraına ne dersiniz?
“Men tâ senin yanında dahi hasretim sana”
* * *
“Şu” lâfzı, bir kardeşimizin iddia ettiği gibi pekiştirme falan yapmaz. “Bu” ile işaret edilenden daha uzak olan kişi veya şeyler için “şu” kullanılır, hepsi o kadar. Dolayısıyla pekiştirme yaptığını sanarak metni “şu” sözleriyle doldurmak, anlaşılmaz hâle getirmekten başka bir işe yaramaz.
Bazı durumlarda işaret edilenin “herhangi bir” şey olmadığını yani nekre değil marife olduğunu ifade için -İngilizcedeki “the” gibi- “işbu” kullanabilirsiniz. Tabiî metni “işbu”larla boğmaya da gerek yok. “Derman hadden geçerse, dert getirir, öldürür.” (ESDE)
İşaret sözlerinden birini tercihimiz, tamamen bizim uzaklık idrakimize bağlı olarak değişir. Öyle ki mesafe algımız şu’nun sınırlarından uzak, o’dan da yakın, yâni şu-o arası bir şey ise bu sefer “ş’ol” kullanılabilir. Hassas bir uzaklık idrâki!
“Ş’ol Cennetin ırmakları” lâfını ben söyleyemem. Söylesem “Haddini bil densiz!” diyene “Sövene dilsiz gerek/Dövene elsiz gerek” diye yutkunmalıyım.
“Bu Cennetin ırmakları?” Yunus bile diyememiş böylesini. Hattâ “Şu Cennetin ırmakları” bile dememiş Yunus. İdris (as) gibi de Cennete girmemiş ki Cennet için, “bu” desin. Cennet inancı, tamamen gaybî de kalmamış; “O Cennetin ırmakları…” diyerek ayne’l-yakînine küfran-ı nimet mi etsin? Muvazeneye bak:
Ş’ol Cennetin ırmakları / Akar Allah deyû deyû!
* * *
Şapka hatasına kısa temasla hitam:
“Huzurda duruyor cümle alem / Secdeye var kulsan madem!”
Şair kardeşim! Huzurda duran mevcudatı “alem”ler ile sınırlamak olur mu? İnsan, arzın halifesi olarak bütün mevcudatın ubudiyetlerini tahiyyatta Cenab-ı Hakk’a takdim etmekle vazifeli değil mi?
Huzurda duran sadece “alem”ler değil, bütün “âlem”dir.
Boşuna mı diyoruz: Şapka deyip geçmeyin!